Browsing Category

Şiirler

blog dergi edebiyat Genel kâbus nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Mavi Yok

Ziyanı yok ki, artmıyor
Ne balığa tuz yetiyor, ne yaraya
Ne bana sus yetiyor, ne kelimelere
Mavi yok
Babamın saati kolumda, annemin elleri
Yeni bir zaman yok
Her şey kullanılmış çokça
İzlediğim her şey önceden görülmüş
Bulamadığım her bilmece eskiden bilinmiş
Okuduğum her kitap bir yerlerde yaşanmış
Sevdiğim her şey bana uzakmış
Fakat sormam lazım;
Bir yerlerde yaşanacak bir şey kalmadıysa hâlâ
Neden buradayım?

Bitecekse bu şiirler bir yerde
Susacaksa kelimeler hiç sormadan
Bir zaman sonra yanacaksa yaşanan her an
Yanlışın içindeyse bunca sevmek
Nefret etmeyi de kalbin yemiyorsa
Ama yine de her canlı en az bir canlıyı yemek zorundaysa
Evcilik oynamaktan öteye geçmiyorsa evlilik
Bu bağlılık fazla değil mi?

Susmuyor siren sesleri
Kâbuslardan ve onlardan artan zamanda
Ne yaşadıysak haksız şekilde
Bölüşmenin manası var mıydı bu yoksunlukta?
İki şey susturabilirdi bizi
Düzensiz ama kafiyeli
Kısa cümle ama uzun uzadıya kelimeler
Sorsalar kısa kesiyorum derdim
Bitiremediğim her şeyi
Biriktirmeye meyilliyim.

Önemsiz ama kararsız betimlemeler
Hesapsızca uçup, giden, üzüp, giden, hep ama hep giden imgeler
Pervasızca sorulmaya çalışılan hesaplar
Kalbimin almadığını, beynimin de sınır dışı etmesi
Zehrin suya sustuğu
Bunca kusmalar, susmaktan çok
Bitmeyen anlatmalarla laf kalabalığı yapmışım
Uzayı biraz da ben doldurmuşum, nefessiz kaldığım anlarda
Ama en güzel anları onunla birleştirebilince
Kendime de yakıştırabilirim zannettim.

Her sokak başında başka bir yerinden kırıldı anlar
Ortalık yerde susmalar, bizi hep didikleyen ayrılıklar
Özensiz ama kenarda kalmanın ihtiyacı ile
Susuyorum koltuk deseni gibi
Madem her şey bu kadar normaldi
Zamanın o ulaşılmaz yerinden kopup
Niye vurdum tereddütsüzce sahile
Susuzluğun dindiremediği, kusurlu bir adanmışlıkla…

 

Otuz Bir Ekim İki Bin Yirmi İki 14:00
Nevin Akbulut

Şiiri hikâyesi: Çok güzel bir tek edilmiş buldum, çöplük kenarında.

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Oyuntu

Arsızlıkla yaşayıp
uğursuzca yazmışım.
hayatla inatlaşıp
umut demişim
hayaller kurmuşum.
şarabın tadını öğrenip
kokunun gizemini keşfetmişim.
gözlerini bilip
inandım demişim.
bakışların kaypaklığına değil de
inancın değişkenliğinden dem vurmuşum.
kahretmişim korkuya, cezaya, haksızlığa.
demlenmiş, rutubetlenmişim
şarkılara ağlamış
aldanmalarıma gülmüşüm
şiirlere bağlanmış
kelimeleri mabut bilmişim.

onca derinken hâlâ arayışım
gizemli bir çukur
yorulmuşum, uykularıma kadar üveyken
dünyamı altüst edip,
beceriksizliğimi, esrikliğimi
bulamamışım
benliğimi saracak bir oyuntu.

15 Haziran 2022 17:00
Nevin Akbulut

Hikâyesi: Ruhumdaki kimlik

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut nevinakbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Safi

Şimdi beklemek farz buralarda
Al şu yanındaki zamanlarımı
Atmaya kıyamadığım virgüllerinle birlikte

Çoğumsanamayacak kadar esrarlı bakışlarındaki
Gölgeye vurulmuştum
Azla yetinmek için çoğu görmeme gerek yoktu
Beceriksiz, acemi ve mutsuzdum
Kıvılcımlarını biriktirip
Kendime kocaman yangınlar yaptım
Cehenneminde daha iyi tutuşabilmek için

Lanetli hikâyeme
Bir sessizlik de sen bahşetmiştin
Daha ne isterdim
Yeni doğan her şeyin masumiyetiyle
Bizzat ellerinle kirleteceğin
Bir zaman ayırmıştım sana
Hayatımın ortasında bölük pörçük
Vicdansızlığının dibindeki o onmaz parıltıya çarpılmıştım
Ruhumdaki fazlalığa iyi geliyordu
Yarım sevmelerin

Hem yaşayıp, hem de farkında olma yeteneğimle birlikte
Hayatının alt sokaklarında gezinen ayaklarıma
Çaresizliği ezberletememiştim
Sisifos gibi her seferinde
Yorgunluğumu umutla harmanladım
Beynimin uyuşuk zamanlarından ilham alıp
Beklemeyi öğrettim geçen zamanda
Her defasında ödül gibi gelecekti gözlerin
Ama bakışındaki anlamlarda tereddütler okudum

Bir yanımı dünyanın öbür ucundaki bir masada unuttum
Noksanlığım sana iyi geliyordu
Kötü kokulu bir ruhun, garip pençesinde
Diğer yanımdaki ucum da yabancıydı
Uçurum ve sessiz
Issız ve çıplak
Sanki çok büyüktüm de parçalarımı dağıtıyordum
Böylece daha az olacaktım
Dünyanın senin yanındaki yerinden bahsediyorum
Bütün de olsam hangi boşluğu doldurabilirdim ki
Yüz birinci pencereydi bu beklediğim
Daha da pencere yoktu gidebileceğim
Zaman yoktu, ömür yoktu
Ummadığım anda gelen umduklarıma
Bir hatırlatmaydı inadım

Sevdiğim karakterlerin olduğu sayfalar döküldü
Yine de yandığını gördüm kitapların
Doğdum sanki ecelimi yalancı çıkarır gibi
Yaşadığımı anlamıyordu çünkü
Bunca dağılmışken zaten
Ecelime neyi kanıtlayabilirdim ki
Sükût en doğru kelime oldu lügatimde
Çok şey öğrenince muradıma ereceğim sanırdım
Bunun tesellisiyle uyuya kaldığım gecelerde
Kâbuslar üretti rüyalarım her gece fabrika gibi
Sürekli beni çalıştırdı
Oradan oraya koşturdu
Üstelik kâbuslarım da benden şikâyetçiydi

Safi bir bekleyiş bu
Senin o kargaşanın içine hiç yakışmayan.

Sekiz Mayıs İki Bin Yirmi 14:00
Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat nevinakbulut Şiirler

Boğuntu

Kalabalık

Şiir yazmayı özletiyor bu şehir
Sahtekârlık, güvence makbuzuyla birlikte
Sırf adı olsun diye konulmuş kanunlar
Yalan gişeleri sabahtan akşama kadar açık
Mal varlığı yüksek olanların beyanlarından
Sıtmaya tutulurken
Geceden nöbete tutulduğu
Torpilli, kuyruğun başında en başında yer kapmacalar
Rakiplerini ölümcül bakışlarla nakavt etmeler
Sonra
Normal insanların sıradanlığı
Anormal durumların iç sıkıcılığı
Sabaha daha çok var
Şiir yazmak için de az bir zaman
Ve belki de şu sıra en yanlış zaman
Daldığım kitaptan ayılmak istemediğim
Yarısı geceden kalma
Çok unutulmuş
Az kullanılmış sabahlar
Bir şiir ancak bu denli gereksiz olabilirdi

On Altı Mayıs İki Bin On Yedi 17:00

Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut Şiirler yeni yazı

Ruz Kâbusları

Şimdi kendi felaketimizden kaçmak için, daha başka felaketleri görüp, onlar için bir şey yapmak istiyorum. Çıkıp sokaklara bağırmak, büyük taşkınlıklar yapmak, insanları şaşırtmak, kendi huzursuzluğumu herkese göstermek istiyorum. Büyük plazaların camlarını kırmak istiyorum mesela, ama taş bile bulamam artık bu şehirde, her yer asfalt. Onları da sökmeye gücüm yetmez, hem iş makinesi lazım onun için, ayrıca taş bulup, atsam bile yine kırılmaz bu camlar, kaç katla kaplanmış içerideki dosyalar, insanlar, işler bilemiyorum, kaç kat saklanmış özgürlüğün rengi bilinmiyor. Bilemedikçe yoruluyorum, yoruldukça üşeniyorum. Kafamı bir şeye, ama sürekli bir şeye takıp, meşgul etmek istiyorum, ama aklım daldan dala konuyor sanki bunca düşünce nereme sığıyor bilmiyorum. Bazı geceler aklımdan fena şeyler de geçiyor, deliliğimi artık saklayamayacak yaşa geldim, bir sürü bağırıyorum içimden ama yalnız kendim duyuyorum, hem sonra el âlem rahatsız olur. Kendi rahatsızlığımdan çok, başkalarının rahatsızlığını düşündüğüm için, bir türlü rahat edemiyorum. Oysa bir kişi rahat edemiyorsa şu yeryüzünde, diğerleri nasıl rahat edebiliyor, şaşırıyorum. Onlar huzursuzluklarını saklamakta çok mu becerikliler ya da huzursuzluklarını gizleyecek kadar güvenlikleri ve mal varlıkları mı var? Ben artık gerçekten rahata eremiyorum ve ne yaparsam yapayım, olmayacak, neye sahip olduğumu zannedersem edeyim, yine rahat edemeyeceğim.

Gülünmeyecek şeylere de gülebilen biriyim aslında, bizi güzellik değil, delilik kurtaracak. Yaşayıp, geçiyoruz, ders yok, tecrübe yok, anlamak yok. Hikâye yok, kafamın içinde en sadeleştirilmiş şekliyle bir hayat geçiyor, virgüllere bunca takıldığım ondandır, anlatırken, sanki başka bir şey yapıyormuşum gibi, başka bir konuya atlıyormuşum gibi oluyor. Anlatamıyorum ben aslında, kafamın içindeki o karışık ve karanlık sulardan bir türlü çıkamıyorum. Her şey birbirine giriyor karanlıkta, bulamıyorum doğruyu, doğruyu bulamayınca yanlış da bulunmuyor. Hepsi birbirine bağlı olabilir ama aradığımız işaretler, olmasını istediğimiz mucizeler falan yok. Sonuç yok, hiçbir şey yok. Herkesin anlam yükleyebildiği şeyler komik geliyor, bir şey anlamak istemiyorum. Beynimde bir sürü anlamını bilmediğim şeylerin ağırlığıyla enkaz gibi oturuyorum. Sanki bir şeyleri yaşıyorum da cümlesini kuramıyorum gibi. Olaylar; sağımdan solumdan, kenarımdan geçiyor da, hiç kendimi saklayamıyorum gibi…

Varlığımı artık kullanılmayan, eski ve ölü bir masaldan yontmuşlardı. Ellerimin bir ölünün ellerine benzemesini buna borçluydum, gülümseyişimi de alıp, eklemeyi unutmuşlardı. Geçmişten söz edebilecek kadar canlıydım, geçmişi unutamayacak kadar bilmiş, yaşarken hikâyenin içi boşalmış gibiydi. Kimsesizlik böyleydi, ıssızlık bunu gerektirirdi. Boğazımda çiçekler açsın istemiştim ama düğümler, arsız otlar gibi izin vermedi.

Beynime yakıştıramadığım şeylerin eninde sonunda kalbimi bulacağını biliyordum. Cümlelerden kılıçlar gibi batacaktı kalbime, bir yanı daha keskin, odalarının içi yerle bir olacak, dağılacaktı, sonra mahvetmek için başka yerlere göçünü isteyecekti o cümleler, ciğerim yanmak için çok uygundu, parçalanmak için de eski deyimlerden yardım alabilirdim.

Fazla duyarlılık hastalıkmış diyor doktorlar, en çok üzülenler listesinde kaçıncı sıralarda olduğumu söylemedi ama bir teşhisi varmış. Normal insanlardan kaçarken, kedilere, kaplumbağalara ve kuşlara ağlıyormuşuz, sanki her şey normalmiş de bir ben değilmişim. Bunalım, bipolar bozukluk, panik atak falan hikâye hepsi. İnsan kalabildiğin için hep bunlar, bu ağlamalar, bu dumanlar…

Herkes okusun ama anlaşılmasın istiyorsun, herkes bambaşka bir şey anlasın ama ancak herkesin anladığı bir araya gelebildiğinde anlamı olsun istiyorsun. Yüreği yakıp, geçen şiirler gibi olsun istiyorsun yazdıkların ama neden acıttığının bilinmediği gibi… Sırf bu yüzden hiç yazılmamış bir şeyler söylemek istiyorsun, bunun için deliriyorsun. Lüzumsuzca geldiğin dünyada, istenmeyen birinin bile yaşama sevinci denilen büyüye tutunup, kalmasını anlatmak gibi, öleceğini bilerek birilerinin sevgisine bağlanmak gibi, olmayacağını bilerek inanmak, çabalamak gibi… Her hikâyenin biteceğini bildiğin hâlde, günlük saçma sevinçlere vakit ayırabilenlere burun kıvırmak, küçümsemek gibi… İspattan uzak, ama açıklayabilecek gibi doğmanın sitemini yazın sıcağında ağır bir battaniyeden zar gibi üzerinde taşırken, beynine hücum eden düşüncelerden, bunaltılardan seni koruyan, yüreğini ferahlatan kelimelere sığınmak gibi. Zihninde biriken bir sürü soruya cevap bulduğun hâlde kabullenip, sevinmemek gibi, aptalca inanmamak gibi, arayışlarına bir temenni yakıştıramamak gibi.

Kendi dehşetimizden kurtulup, başımızı dünyaya çevirdiğimizde, ilk kez şaşırmış gibi oluruz. Anlamsızlığın çatışması, umutsuzlukla çarpışır, teknik açıdan ilerlememiz bizi biraz daha aptal durumuna düşürür, sersemliğimiz derinleşir, düşüncelerimiz yapaylaşırken.

Ölürken izleyebileceğim, güzel bir film şeridim olmadı. Gecenin en karanlık yeri gündüzleri bile karşıma çıktı. Endişeden titreyen gölgemle baş başaydım, bizden başka kimseler yok ortalıkta, birde yağmurdan titreşen, titreştikçe korkan bir sarı lamba. Ölümü öğrenmek için, önce ölmek gerekiyor, kötü şeritlerden oluşan hayatımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Güzel bir film şeridi olacak diye biraz daha yaşayamam ya, böyle arada kaldım. Hayatıma son veremedikçe hayallerim kırılacak, onlarla birlikte başka şeylerde… Beynimdeki uğultudan kafam uyuşacak, ama hâlâ hissetmeye devam edeceğim, üstelik hissetmemek için yapmaya çalıştığım hiçbir şeyin faydası da olmayacak. Kendi gözlerimin donukluğuna bakarken, donuyorum. Bembeyaz duvarda bir sürü şey arıyorum, pürüzsüz yapılmış badananın içinde, kirli çiviler bulabiliyorum bir tek, onları kafama takıyorum. İçim kararıyor, gözlerim kadar. İçimden geçen cümleler, keyfimi kaçırıyor.

Yazdıklarımı gözden geçirmeye kalktığımda, her satırda yatan birkaç ölü duyguya denk geliyorum, gündüz gözü kâbus görmek gibi bir şey, geceden daha çok, sayfalarca kâbus. Sanki bileğim, kesilmiş, kemiklerim kırılmış, ruhum kopmuş gibi ama hiçbir şey hissetmiyorum. İntiharıma biriktiriyorum tüm mutlu resimleri. Gözlerim çıplak baktığı için sokakları, ıslanmışlar. Yanlış değildi adımlarım, doğrusu bir yere varamadığımdı. Buradaki yanlış bu zamana kadar ölememiş olmamdı. Aynı şeyleri tekrardan yazınca, her defasında başka bir hikâyeye doğru gideceğine inanan katıksız itikatlıydım, saf suyun bir gün yolunu değiştireceğine olan inancı gibi. Nasıl anlatacağımı biliyorum ama nasıl kurtulacağımı bilemediğim kâbuslardayım. Boş şişelere anlam yükleyip, denize atabilecek kadar büyüdüm. Aynaya koşuyorum, kâbus değil de bu defa rüya görmek umuduyla, korkudan bakamıyorum. Hani bıraksam kendimi, içimden aşağıya, hiçbir yere varamam, koştuklarımla kalıyorum, arada düştüklerimle anılıyorum. Günün belli saatlerinde görünmeyip, unutulmuş, hiç rağbet görmemiş bir romanın en sıkıcı ve silik karakteri oluyorum geceleri. Sarhoş oldukça çekilmiyorum, kendimi taşıyamıyorum. Hayatta taşıdığım kadar acının yükünü, kilomun bilmem kaç katına çarpıp, bölmem gerekiyordu parçalarına, bilmiyorum. Aynaya baktığında; gözlerindeki doluluktan ayna taşar, duvarlara çarpma sesini duyarsın, yüzün kırılırken, içinden de bir şeyler tamir olmayacak şekilde parçalara ayrılır. Beynindeki öfke ve isyanla birlikte, hiç de durumuna uymayan bir tezatla, yanağında kurumayı unutmuş, alzaymır hastası bir gözyaşı vardır.

Yirmi Sekiz Eylül İki Bin On Yedi 17 20
Nevin Akbulut

Şiirler

Bir Yarımlık

Yaşamanın provası yapılıyor da yaşanmıyor
Yarım bırakılmış bir puro
Peçeteye sarılmış gözyaşları
Yanaklar belki de biraz bunun için yaratılmış
Ve çokça hüzün yaşatılmış
Başka hangi bir yer saklayabilir ki gözyaşlarını
Üstelik soğuktan donarken
Ama yanaklarımda
Başka birinin gözyaşlarına bile yer vardı
O kadar büyüktüler
Ve en erken zamanda devamını getirmeye niyetlenirken her şeyi
Yarımdan öteye gidememek
Yine yarım şiirler yazmaya devam edeceğim
Kedileri büsbütün seveceğim

İnsanın bazı gecelerde
Kendi hüznünden de ayağının kayıp düştüğü oluyor
Boğulmanın iki türlüsü
Boğazıma sarılan başka bir elden fazlası
Kendi elimin yarımlığı, yetememezliği
Bir sürü söz yapıştı
Uzun yıllar saklayıp, büyüttüğüm o düğümü
Dün gece bir jilet kesti
Etrafa bir sürü hayal kırıklığı fışkırdı
Büyüttüğümden fazlaydı
Küçülttüğümden de çoktu
Boğazım küçücüktü
Boğuluyordum da batıp gidemiyordum
Karanlık dehlizlere

Gündüz hayallerim dalga geçiyor
Bodrum kat balkonuna çıkıp
Ayaklarını sarkıtıp
Çekirdek çitliyor
Sanki balkon varmış gibi
Sanki balkonun demir korkulukları varmış gibi
Birçok şeylerin korkunç olduğu doğruydu
Ama korkuluk yoktu işte
Hayal hayalliğini yapıyordu yine

İnanmak için biraz daha dokunaklı şeyler olması lazım
Dokunup, acıtması gibi

Yüreğimdeki kırıkların çöplerini bile atmaya kıyamadım
Sakladım içimde
İçim biraz çürümüşlük kokuyor
Yavan sevgilerle avunamayacak kadar gerçek hayallerim
Elimin ayağımın birbirine dolaşacağı şeyler olmadı
Ellerimi unuttuğum oldu ama
Ayaklarımın da varlıklarını
Korkunçtu, hüzünlüydü, zavallıydı
Daha çok kışlara denk geldi
Gözyaşlarımın sonsuzluğuna ve buz kesen şeylerin kırılmalarına
Kesti, şekiller o kadar da güzel değildi üstelik
Yine anlam yüklenebilirdi
Bir salyangozun içten içe erimesi gibi
İçimde saklıyordum erittiklerimi

On Beş Ocak İki Bin On Altı 14 00
Nevin Akbulut

Şiirler

İmlâ Hatası

Şeytantırnaklarıma da oje sürüyordum
Hüznü ilk annem yakıştırdı bana
En çok babam
En çok cesareti dilendim içimden
Bu sessizliğim diğer sessizliklere benzemiyordu

Rakıyla sabahladığım geceler
Kaderi düşünürdüm
Silince tüm geçmişi
Kader diye bir şey kalmıyordu
Hatalarıma karşın
Beni saracak sımsıcak bir kol aradım
Saçlarım dağıldı
Kesmek istedim
Kırıldım, bir omuz aradım, ağlayacaktım
İnsan sevaplarıyla seviliyorsa
Günahlarıyla neden sevilmesindi

Kitaplara inandığım kadar
Kendine inandırabilseydin beni
Bir saniye olsun, göğsümden ayırmazdım başını
Kendi olmak istediğim yere seni koyardım
Ne çok sızlandım kendime
Bir tek kelime için
Kitaplar hem çocuğum
Hem de ben onların çocuğu
Birçok susmuşluğum, dinlemişliğim
Ama en çok da dinlenmişliğim
Canımı acıtan şeyleri haykırdığım cümlelerde
İmlâ hatası nerede
Belki tüm geceler biraz hatalı
Söyleyemediklerimden çok, söylediklerim içime dert
Gözlerimin doluluğunu onlara borçluyum
Sahiplenecek kimse yok kelimelerimi
İçimden başka
İçimin yerine bir şeyi koyabilsem
Kondurabilsem bir çift eli
El yabancı demek lügatımda
Kendi ellerim bile yabancı gibi bakıyor
Alıştım onların da yokluğuna
Bir kedi cesaretiyle ve sırasıyla unutuyorum her şeyi

Kendi kendime konuşmaktan
Ve herkesle susmaktan
İleriye gidemiyorum
Oysa geçmiş zamanda her şey farklıydı
Ama unutmuştum, silmiştim
Kader değildi artık geçmişin adı

On Üç Şubat İki Bin On Altı 10 40
Nevin Akbulut

nevinakbulut Şiirler

Hünerli ve Hüzünlü

İçimin parkı yıkıldı
Çocuklar sustu
Manzara karmakarıştı, kafam gibi
Bahçede terkedilmiş sandalyelere masal anlatıyordum
Kimsesizliğin burukluğunu yaşıyorlardı yazlık masalar
Kahvaltılar hem hünerli hem hüzünlüydü
Bazı sokakların ilhamına düşüyordum
Düşünüyordum üşüdüğümü
Üstüm başım hüzün içinde
Yalnız yağmurda çıkan salyangozların evi gibi
İçim dertli, topsuz
Oynayamıyor çocuklar

Tatlı acılar da var
Yağmurun ilk damlaları gibi
İğne gibi batıyor
Saçlarımın kesik uçlarını hatırlıyorum
Bazı hatırlamaların, hatıralarla ilgisi yok
Yüzüme vuran güzel şeyler de var
Hatırı sayılır
Ansızın gelen rüzgâr
Saçlarımı kimseye bırakmıyor
Yüreğime, yüreksizliğime dokunuyor yağmur
Çok yenilmiş bir kalp buluyorum
Eski uykumun başucunda
Yepyeni bir uyuşukluk kaplıyor içimi
Daha evvelden anımsadığım
Yabancı gelmeyen, yalan masallara inanıyorum

Ellerimin titrediği son masal bu
Sen olmasan üçüncü şiire geçemezdim
Gözkapaklarımı taşımakta zorlanıyorum
Hangi yükün telâfisi olabilirdi bu

Geceleyin eve kaçışlarımı hatırlıyorum
Sonra evden gitmelerimi
Üzerime kendimden başka bir şey almayışlarımı
Bıkkın vedalarımı
Kimseye feda edemediğim düşlerimi
Bir atlas bohçada topladıklarımı
Çekmecemin benden fazla dert yükü olduğunu
Suskunluklarımı gözlerime yüklediğimden
Anlamının ağırlığı
Anlayamamaktan geçiyor biraz da

Gözkapaklarımın ağırlığı bir kaldırım taşı etmiyor
Bir tek kaldırımlar gitmiyor evine
Yemek kokuları anneleri hatırlatıyor
Ne kadar annesiz kaldı sokaklar
Bir annesi olsaydı sokakların
Sarıp, eve götürürdü
Küçük bir çocuk yola aniden atladığında
Bir anne kızması
Ne güzel bir güvendi
Sonrası korkunun yer açtığı delikler
Tutunamayışlar, ürpertiler

Kendimi kaldırımlara attığım
Ayakta duramayışımın yorgunluğu
Akşamdan kalmalarım birikiyor gözkapaklarımda
Biraz daha beklesem bir akşam daha geçecek
Evlerin tütmeyen bacalarından keder tütüyor
Bazı şarkıları anımsatıyor, bazı şeyler
Aynı anlamlara gelemeseler de
Beklenilen şeyler var
Adımın bin bir türlüsünü görüyorum
Anlamı bozulmuş
Anlamsızlığı bir sızı olmuş
Çocukluğumun mektuplarını okuyorum
Dilimde eski şarkılar
Aynı masalların yazılmadığı bir tereddüt geçiyor içimden
Zaman endişe saçıyor
Kendimi öldürebildiğim kadar öldürüyorum.
Yirmi Bir Mart İki Bin On Altı 15 15
Nevin Akbulut

Şiirler

Paspas

Sorgu meleklerinin yazıcısı
Beynim uzun uzadıya yorgun cümlelerle dolu
Kimsesizliğimden dem durmaya başladığımda
Sabah oluyor
Yine de başka dillerde hayal kurup
Kendi dilimde delirmek isterdim

Misket isimli bir kedimiz vardı
Gözleri misket gibi olduğundan
Ve akşamları daha da duygulandığından
Paspas dilemiştim o ve tüm kediler için
Geçen akşam soğuk merdivenin köşesinde büzülmüş görünce
İçim nasıl ezilmişti
Mermerle birlikte
O gece tüm düzene bir daha düzensiz sövmüştüm
Her şeyi yanımda olmayışının kızgınlığında yoğurup
Öyle ikiye katlamak istiyordum
Artık geçmişti
Yakarışlarım yerini bulmuş
Yüküm o yönden hafiflemiş
Başka bir yanımı ağırlaştırmıştı

Pencerelerde mırıldanma sesi arayışımın içine
Huzursuz çığlıklar yerleşti
Rüyalarımda bile korkuyorum
Kapı kolunun üzerine renkli boncuklar asıyorum
Renkli olunca her şey düzelir zannediyorum
Batıl inançlarım var benim böyle

Nisan ağlamalarım da geçti
Babamın cebinde tanıştığım ilk günahla birlikte
Bir şekerin bedeli bir çocuk için günah olmamalıydı
Kendimi hapsetmek istediğim çekmecelerin anahtarı yoktu
Kırgındım kemiklerime kadar
Üstelik bilmiyorlardı, inanmıyorlardı

Ihlamur kokan sokakların arasında dolaşırken
Çıkmaz sokakta bir portakal ağacı gibiydim
Biraz zaman geçince büyüdüm
Gidebilirim zannettim
Portakal ağacına astım her bir dileğimi
Kabuklarında gizlensin istedim
Kışın sobada yakacaktım hepsini
Ev portakal ve benim hayallerim kokacaktı
Islanmasından iyiydi yanması

Aynada yüzümü incelediğim zamanlarda
Kendimi iki kez anlamadığım
Ve hiç anlaşılamayacağım için de
Farklı hissetmenin tatmini gizleniyor gülümsememde
Yükseliyorum, boş oturan yıldızların göğsüne

Zaman daha ileri gitmeye yetmiyor
Yine de insanların projeleri var, yerli, yersiz
Doğallığın üzerinden bin yıl geçti
Bir avuç çimenle yaşamak hayalleri yerleşiyor dilimize
Açık bir pencere yok, nefes yok, kapılar otomatik kartlı
Hayatı kısıtlayan ne varsa normalleştirildi
Herkesin gelecek ile ilgili maddi düşleri var
Ama gelecekte bir gelecek yok
Maneviyat sıfırın altında eksilerde
Eskiden olsa kopabilirdim

Gökyüzünde buluşabileceğim bir senaryom bile yok
Upuzun bir merdiven isterdim yalnızca
Yürüyebildiğim kadar yükseklere
Yüksek topuklarla
Hayalim bitmeyen bir çocukluktu kırlarda
Bir sabah topun peşinden koşarken
Araba ezdi
İçim bu sefer daha büyük ezildi
Adımızı yan yana yana yana yazdığım bulutlar vardı
Çoktan buhar oldu
Şimdi son kez
Bilinmeze uğurladığım anılarımı paspasın altında gizliyorum
Bu bir elvedadır masallara
Ben gidince bakarsın
Bir Haziran İki Bin On Altı 17 30
Nevin Akbulut

nevinakbulut Şiirler yeni yazı

Uçuk Sarı Kedi

 

Yağmur suyu içmeye meyilliyim
Avuçlarım ölüyor
Masallara inandım
Ve içindeki bazı kelimeler çok hırpaladı beni

Uzak mitolojik bir hikâyeye göçümü istirham ediyorum
Dilekçem kabul görmüyor üçüncü kat semada
Kendime uydurduğum kahraman masalı
Çoktandır yitirdi aklını
Ayaklarım topraklı
Saçlarım rüzgârlı
Dilim ah’lı
Anlatmak istiyorum
Ağzım yanıyor

Soğusun diye hem kalbim, hem dilim biraz daha susuyorum
Böyle bir hikâyeye nasıl devam edebilirim bilmiyorum
Bilmediklerimin köprüsünden atıyorum kendimi
Düştüğüm yer yine cennet değil
Bir bilinmezlik

Sökülen kaldırım taşlarının yerindeki
Kalbimi hatırlıyorum
Yerine yenisini bulamayacağım her şey
Eskitiyor beni

Beklediklerimin saçmalığı beynimi uğuldatıyor
Hiçbir zamana denk gelememiş bir güneşi uğurluyorum akşamları
Gök kızılına rastlasam, kırmızıya denk gelmiş olacağım
Ama söküyorum bazı harfleri beynimin içinden
İçimden geçmeyen şeylerin varlığı çarpıyor beni
Hepimiz biraz yarım doğmuş çocuklarız
Üstelik tüm ömür boyunca da tamamlanamıyoruz
Yarının eksikliği, yaradılışımızın ezgisinde saklı
Acıklı bir hüzne sahiplik ediyor ellerimiz
Ellerim çok tozlu
Rafları anımsıyorum
Yüzyıllardır okunmayan kitaplar var arasında
Dudaklarımdaki notalar kırık
Nokta hiç yerli yerine konulamamış
Kendimi imlâ hatası olarak görüyorum
Üzülmüyorum, varlığımın olmadığı bir hayat üzemiyor beni
Daha çok sokaklarla konuşuyorum
Ezik bir kaldırım taşının anıları ağrıtıyor omuzlarımı
Başka bir otobüse binip, ters yöne gitmek istiyorum
Yapabildiğim ya da yapamadıklarım bu
Yapabilseydim eğer, yapabilmiş olacaktım
Bazı şarkıları büyütüp, çerçeveletip duvara asmak istiyorum
Ölüleri anımsatıyor bazı acılar
Ölüler bizden bir mucizeyi beklerken
Benim mucizem uçuk sarı bir kedinin uyuduğu mezarlık
Kenarları kırmızı uçuk bir kalemle çizilmiş hikâye
Etrafı mutlu
Sadece bu kadar

Üç Mayıs İki Bin On Altı 15 30
Nevin Akbulut

black-silhouette-of-cat-vector-illustration_128055173[1]