Browsing Category

Şiirler

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Torino

Karanlığın simsiyah eli yüreğimdeydi
Korkulardan başka gidecek yer mi vardı?
Boyayabilir miydik en azından bir geceyi kıyısından?

Geçen zaman içinde sıcaktım
Bugün soğudum, ellerimle birlikte
Beş yıl önce sevdiklerimi artık hatırlamıyorum
Yazmam gereken şeyler vardı
Unuttum, bilerek veya bilmeyerek, Allah affetsin.

Bilmeden çıktığın yollarla ölçülebilirdi cesaretin
Ben çıktığım her yolu dalarak kaybettim
Susarak sildim haritaları
Onların yerine hatıraları yerleştirdim
Yine de varamıyorum ulaşmak istediğim anılara
Aradığım anılara artık ulaşılamıyor.

Henüz yaşanmadığından şüpheye düşeceğim böyle giderse
Bu yol nereye giderse
Sen nerede susarsan
Hangi kitabı çizdiğimi hatırlarsam
Onu da hatırlarım, ben hiç kitap çizmedim.
Uzaklardaki gölgemi, kimsesizliğime bağışlayacağım
Ant içtim, böyle giderse dediğim her şey öylece gitti.

Hatırlarken unuttuğum şeylerin içindeki en sahici düştün
Yan yana olsak hiçbir korku giremezdi içimize, içten içe bilirdik
Gidemezdik içimizden bir yere
Yan yana giden iki kar tanesi gibi eridik
Yaşanan son yazdı, son yazıydı yazacağım
O son kıştı gülmekten öldüğümüz.

Her gün yeni bir bıçak saplanırken anılara ansızın
Kötü hisler, kötü alışkanlıkları doğururken
Kendini bir parça iyi hisset diye
Çiçekler büyüttüm içinde
Onlara şiirlerden isimler taktım
Rüzgârın sesinden masallar uydurdum
Korkma diye
Geçtiğimiz her sokakta
Biraz daha kalabilmek için yanında
Küçük olan adımlarımı daha da küçülttüm

Kitaplardan başka hayatlara inanmıyordum
Seni en sevdiğim kitabın içine sakladım
Orada, korkulardan uzak bir hayatla anlaş istedim
Uzakta, o şehirde, adını yalnızca içimizin bildiği
Savaşma ama barış istedim.
Her gün gelip, sulayacaktım
Seni bu kahırdan kurtaracaktım
Seni bu dünyadan
Ağaçları bu dünyadan
Kederini uzaklara savuracaktım
Varlığınla genişleyen her şeyin içine
Tüm kurtardıklarımızla birlikte sığarken
Kötüye giden tüm aşklardan da kurtulacaktık.

Susmam gereken bir şey vardı
Sen
Ve
Ben
Ancak susarak var olabilirdik, birlikteyken bölünürdük
Biliyordum;
Yalnızca uzaklardayken yan yana olabilirdik
Yazmam gereken bir şey vardı
Yanıldım belki de

Kim tutabilirdi karanlıkta elimi
Sen olmazsan.

12.09.2023 17:00
Nevin Akbulut

 

Şiirin Hikâyesi:

Torino hayallerim de son buldu böylece, yeni bir şey olmayacağını biliyorum artık ve eskinin de devam edemeyeceğinin bilincindeyim.

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut Şiirler yeni şiir

Geçmiş Anılar Ülkesi

D/oluyor bazen öyle şeyler…

Uzun bir yola çıkmaya teşebbüs etmiştik
İlk kim fedasını sundu bilmiyorum ama fazla oldu
Kısa kestik, uzun konuşulması gereken her şeyi
Uzaklık merkezli mutlulukları parçalayıp, böldük
Ferahlık bildik
Yakınları uzaklaştırdık
Bir hikâye daha böyle anlaşılmaz oldu
Ederi belki de ulaşılmazlığındaydı

Rehindi ruhumda, sana anlatamadıklarım
Adını telaffuz ettiğim anda
Bozulup, susacaktı tüm öykü
Biraz da böyle yarım kalacaktık.
Boğuldu nefesim içimde
Nerede olduğunu kestiremeyince
Bir düş oldu kafamdaki tüm kırmızı renkler

Uzaklarda sirenler, yakınlarda mezarlar
Bulutlardan bile anlam kapıp, korkar olmuştuk
Yıkımlardan kopya çekiyorduk
Bir kül rengiydi bizim hayallerin içleri
Bir köz renginde, sabaha karşı susmuştu saçımdaki renkler
Saçmalıktı, ıssızlıktı, ürküntüydü
Dolu gibi, ölü gibi, kimsesiz gibi
Rüzgâr ve ölüler hep susturuyordu
Peki biz nereye kadar soyunacak,
Nereye kadar çıplak gidebilecektik anıların içine?

Bir ömür beklediğin vuslat neredeydi ki
Sana değmeden geçip, gitti
Geçmiş anılar ülkesi, bizim dilimizde kalan her hikâye
Tüm olmazların, olmuyorlar, olmayacakların nedenlerine
Kestirme yolu bulmuştun
İmkânsızlıkla yoğrulmuş, olamazlarla yıkanmıştın
Çıplaklığın buradan geliyordu

Rica ederim, sen yine de üzerine alınma bu şiiri
Kendini o kadar ulaşılmaz da bilme ama ol
Benim için ol,
Şu mükemmel hüzün için,
Uzak hikâyeleri biriktirmek için ol
Ve tüm olacak şeylerin karışık hüznü ile
Kalbinin bir yerinde kalan o onulmaz susuşlarınla birlikte
Dol ve git demeye dilim varmıyor ama yola çık.

Öleceğine sevdi herkes, çok ile süsledi
Ben de seveceğime öleyim istedim
İzahı olmayan şeyleri ölüme yaklaştırır
Ölüm gibi derdik ya ben de öyle yaptım
Ölüm gibiydi hepsi.

Aslında bu hikâye herkesin kendini bulduğu
Ama anlatamadığı, anlamadığı
Ve asla hak etmediği bir ülkenin kenarından geçiyordu
Öylece susuyordu önce periler
Sonra tüm renkler.

02.09.2023 16:30
Nevin Akbulut

 

Şiirin Hikâyesi:

Gerçekle hayali karıştırdığım gibi, artık doğru da yoktu
Ya da sen o doğrunun içinde değildin, hayaldin, uzaktın
Sendeki doğrunun gerçek bir tanımı yoktu.

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Bir Aldanıştı

Yokluk bahçesinden her geçtiğinde, geceye biriken tüm susuşların
Yazın ortalarındaki o yağmurla birlikte öpmüştüm seni
Solumda ağlayışını saklamıştım ağrılarıma
Issız sokaklarda akşam güneşi batarken o koyda
Kısacık saçlarının gölgesiydi boynumu büken, büzülen, eksilen
Şeyler vardı aramızda. Gelmeyen sabahların hastalıklı haykırışıydı gecenin çığırtkanlığı
Kurtulamadığımız. İnadına her defasında denediğimiz, acemi çocuk heyecanlarıyla
Bir susuşta bitiremediğimiz o yokluğa, bir sunuşta bitirebilmekti tek soluklu hikâyeyi
Daha kaç gidiş sığdıracaktık
Yolların artık kırgınlıklarla dolduğu dikenli yollardan geçiyorduk
Hayata dair her söylem kendimizi kanatıyordu, bir aranıştı ellerimizdeki dokunmaya beş kala
Yollarından, yoksunluklarından, kalabalığından, ıstıraplarından bir yere geçilmiyordu
Geçilmeyen sen değildi, yorgunluğun, zamansızlığın, bu manasızlığın içinde
Neyin anlamıydı yük ettiğimiz
Beni her defasında özenle kırarken, kendine kıymandı
Parçalansın ve bir nihayete ersin istemiştim aramızdaki kırılan her şey
Oysa gecenin bir körü tüm o sulardan kaçıp, karanlığı yarıp, izi bile olmayan
Bir şeyin peşine düşüp, gelmiştim, kayıp sokaklardan. Bir aldanıştı
Gözlerindeki çukur kadar uzak, karanlık ve yabancı

Akreplerin kemirdiği içinden bana bir şey kalmamıştı
Su sesi, cehennemi hatırlatıyordu, biz olmayan çağın hatıralarına sığınıyorduk
Kirli taşların üstünde, iğrenç kokulu caddelerde, sahipsiz böcekler gibi sabahlıyorduk.
Birbirimizin şah damarından bir kuytu yaratıp, her defasında oraya, beslenmeye
Seslenmeye, sessizliğe, barınmaya gidiyorduk
Evrendeki tüm umutları sökmüşlerdi göğsümden, kuşlar kırılmıştı
O mavi masal atları uzak bir heyecanla gitmişti bu susuzluğun içinde tozu dumana katıp
Çölün sıcağından beterdi, omzundaki yangınlar
Serinlemek için yanlış sulara yüzmüş, yanlış kelimeleri susmuş
Benim olmayan başka savaşları kazanmıştım
Kendi aşkımı gömmüş, başka aşkların çukuruna saplanmıştım
Günlerden, gemilerden, evin sessizliğinden, yolların soğuğundan özenle kaçıyordum
Bir yerde duracak, burulacak ve vurulacaktı bu onsuz tat
Kaçak kelimelerin, yüreğime göçtüğü bir sızılı bir dünyadaydım
Dahası yoktu, kayıp, soluk ve aldanıştı.

Gidişine yıkıldı tüm köprüler, sessizliğine sustu kelimeler
Unuttum bunca zamanı, olmayan ve olan tüm anları birbirine karıştırdım
Beklemek dediğiniz şey unutulan, eski bir sandığın dibindeki küflü bir mecaz
Telaşı bitmedi hayatın ama ben yoruldum, oyun bana göre bitti
Uzayan yalnızlıkların gölgesinde, hiç değmeyecek şeylere dokundun
Uzaklaştıkça sevindin, dokundukça küçüldün, kaçtıkça kurtulurum zannettin
İşte bir kuru söz gibi kaldı adın, ıslatamadık, boş verdik
Ne korna sesleri ilgilendiriyor beni artık, ne makine sesleri
Uzak bir sessizlik yapıştı kulaklarıma, tüm rahatsızlıklara inatla
Bırakmadı uğultular kulaklarımı. Dilimizde hep övündüğümüz
Aşkın tadına paslı bir zincir bulaştı, tasalı
Böylece onun da hakkından geldik, sonra bir daha hiçbir şeyden gidemedik
Bundan böyle ne an kollarım artık yaşamak için, ne gitmek için bir yol ararım
Sadece bahanelere sığınır, fırsat veririm akreplere, böceklere
Birbirine benzerken daha da uzayan günlere, boğmasına
Hatta o suyun buz sesine, soğuğuna bile alışırım yeraltında.

Nevin Akbulut

Bir Haziran İki Bin Yirmi Üç 14:00

Şiirin hikâyesi: 

İçimde cızırdayan bir şeyler var.

blog dergi edebiyat Genel kâbus nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Mavi Yok

Ziyanı yok ki, artmıyor
Ne balığa tuz yetiyor, ne yaraya
Ne bana sus yetiyor, ne kelimelere
Mavi yok
Babamın saati kolumda, annemin elleri
Yeni bir zaman yok
Her şey kullanılmış çokça
İzlediğim her şey önceden görülmüş
Bulamadığım her bilmece eskiden bilinmiş
Okuduğum her kitap bir yerlerde yaşanmış
Sevdiğim her şey bana uzakmış
Fakat sormam lazım;
Bir yerlerde yaşanacak bir şey kalmadıysa hâlâ
Neden buradayım?

Bitecekse bu şiirler bir yerde
Susacaksa kelimeler hiç sormadan
Bir zaman sonra yanacaksa yaşanan her an
Yanlışın içindeyse bunca sevmek
Nefret etmeyi de kalbin yemiyorsa
Ama yine de her canlı en az bir canlıyı yemek zorundaysa
Evcilik oynamaktan öteye geçmiyorsa evlilik
Bu bağlılık fazla değil mi?

Susmuyor siren sesleri
Kâbuslardan ve onlardan artan zamanda
Ne yaşadıysak haksız şekilde
Bölüşmenin manası var mıydı bu yoksunlukta?
İki şey susturabilirdi bizi
Düzensiz ama kafiyeli
Kısa cümle ama uzun uzadıya kelimeler
Sorsalar kısa kesiyorum derdim
Bitiremediğim her şeyi
Biriktirmeye meyilliyim.

Önemsiz ama kararsız betimlemeler
Hesapsızca uçup, giden, üzüp, giden, hep ama hep giden imgeler
Pervasızca sorulmaya çalışılan hesaplar
Kalbimin almadığını, beynimin de sınır dışı etmesi
Zehrin suya sustuğu
Bunca kusmalar, susmaktan çok
Bitmeyen anlatmalarla laf kalabalığı yapmışım
Uzayı biraz da ben doldurmuşum, nefessiz kaldığım anlarda
Ama en güzel anları onunla birleştirebilince
Kendime de yakıştırabilirim zannettim.

Her sokak başında başka bir yerinden kırıldı anlar
Ortalık yerde susmalar, bizi hep didikleyen ayrılıklar
Özensiz ama kenarda kalmanın ihtiyacı ile
Susuyorum koltuk deseni gibi
Madem her şey bu kadar normaldi
Zamanın o ulaşılmaz yerinden kopup
Niye vurdum tereddütsüzce sahile
Susuzluğun dindiremediği, kusurlu bir adanmışlıkla…

 

Otuz Bir Ekim İki Bin Yirmi İki 14:00
Nevin Akbulut

Şiiri hikâyesi: Çok güzel bir tek edilmiş buldum, çöplük kenarında.

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Oyuntu

Arsızlıkla yaşayıp
uğursuzca yazmışım.
hayatla inatlaşıp
umut demişim
hayaller kurmuşum.
şarabın tadını öğrenip
kokunun gizemini keşfetmişim.
gözlerini bilip
inandım demişim.
bakışların kaypaklığına değil de
inancın değişkenliğinden dem vurmuşum.
kahretmişim korkuya, cezaya, haksızlığa.
demlenmiş, rutubetlenmişim
şarkılara ağlamış
aldanmalarıma gülmüşüm
şiirlere bağlanmış
kelimeleri mabut bilmişim.

onca derinken hâlâ arayışım
gizemli bir çukur
yorulmuşum, uykularıma kadar üveyken
dünyamı altüst edip,
beceriksizliğimi, esrikliğimi
bulamamışım
benliğimi saracak bir oyuntu.

15 Haziran 2022 17:00
Nevin Akbulut

Hikâyesi: Ruhumdaki kimlik

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut nevinakbulut psikoloji Şiirler yeni şiir

Safi

Şimdi beklemek farz buralarda
Al şu yanındaki zamanlarımı
Atmaya kıyamadığım virgüllerinle birlikte

Çoğumsanamayacak kadar esrarlı bakışlarındaki
Gölgeye vurulmuştum
Azla yetinmek için çoğu görmeme gerek yoktu
Beceriksiz, acemi ve mutsuzdum
Kıvılcımlarını biriktirip
Kendime kocaman yangınlar yaptım
Cehenneminde daha iyi tutuşabilmek için

Lanetli hikâyeme
Bir sessizlik de sen bahşetmiştin
Daha ne isterdim
Yeni doğan her şeyin masumiyetiyle
Bizzat ellerinle kirleteceğin
Bir zaman ayırmıştım sana
Hayatımın ortasında bölük pörçük
Vicdansızlığının dibindeki o onmaz parıltıya çarpılmıştım
Ruhumdaki fazlalığa iyi geliyordu
Yarım sevmelerin

Hem yaşayıp, hem de farkında olma yeteneğimle birlikte
Hayatının alt sokaklarında gezinen ayaklarıma
Çaresizliği ezberletememiştim
Sisifos gibi her seferinde
Yorgunluğumu umutla harmanladım
Beynimin uyuşuk zamanlarından ilham alıp
Beklemeyi öğrettim geçen zamanda
Her defasında ödül gibi gelecekti gözlerin
Ama bakışındaki anlamlarda tereddütler okudum

Bir yanımı dünyanın öbür ucundaki bir masada unuttum
Noksanlığım sana iyi geliyordu
Kötü kokulu bir ruhun, garip pençesinde
Diğer yanımdaki ucum da yabancıydı
Uçurum ve sessiz
Issız ve çıplak
Sanki çok büyüktüm de parçalarımı dağıtıyordum
Böylece daha az olacaktım
Dünyanın senin yanındaki yerinden bahsediyorum
Bütün de olsam hangi boşluğu doldurabilirdim ki
Yüz birinci pencereydi bu beklediğim
Daha da pencere yoktu gidebileceğim
Zaman yoktu, ömür yoktu
Ummadığım anda gelen umduklarıma
Bir hatırlatmaydı inadım

Sevdiğim karakterlerin olduğu sayfalar döküldü
Yine de yandığını gördüm kitapların
Doğdum sanki ecelimi yalancı çıkarır gibi
Yaşadığımı anlamıyordu çünkü
Bunca dağılmışken zaten
Ecelime neyi kanıtlayabilirdim ki
Sükût en doğru kelime oldu lügatimde
Çok şey öğrenince muradıma ereceğim sanırdım
Bunun tesellisiyle uyuya kaldığım gecelerde
Kâbuslar üretti rüyalarım her gece fabrika gibi
Sürekli beni çalıştırdı
Oradan oraya koşturdu
Üstelik kâbuslarım da benden şikâyetçiydi

Safi bir bekleyiş bu
Senin o kargaşanın içine hiç yakışmayan.

Sekiz Mayıs İki Bin Yirmi 14:00
Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat nevinakbulut Şiirler

Boğuntu

Kalabalık

Şiir yazmayı özletiyor bu şehir
Sahtekârlık, güvence makbuzuyla birlikte
Sırf adı olsun diye konulmuş kanunlar
Yalan gişeleri sabahtan akşama kadar açık
Mal varlığı yüksek olanların beyanlarından
Sıtmaya tutulurken
Geceden nöbete tutulduğu
Torpilli, kuyruğun başında en başında yer kapmacalar
Rakiplerini ölümcül bakışlarla nakavt etmeler
Sonra
Normal insanların sıradanlığı
Anormal durumların iç sıkıcılığı
Sabaha daha çok var
Şiir yazmak için de az bir zaman
Ve belki de şu sıra en yanlış zaman
Daldığım kitaptan ayılmak istemediğim
Yarısı geceden kalma
Çok unutulmuş
Az kullanılmış sabahlar
Bir şiir ancak bu denli gereksiz olabilirdi

On Altı Mayıs İki Bin On Yedi 17:00

Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut Şiirler yeni yazı

Ruz Kâbusları

Şimdi kendi felaketimizden kaçmak için, daha başka felaketleri görüp, onlar için bir şey yapmak istiyorum. Çıkıp sokaklara bağırmak, büyük taşkınlıklar yapmak, insanları şaşırtmak, kendi huzursuzluğumu herkese göstermek istiyorum. Büyük plazaların camlarını kırmak istiyorum mesela, ama taş bile bulamam artık bu şehirde, her yer asfalt. Onları da sökmeye gücüm yetmez, hem iş makinesi lazım onun için, ayrıca taş bulup, atsam bile yine kırılmaz bu camlar, kaç katla kaplanmış içerideki dosyalar, insanlar, işler bilemiyorum, kaç kat saklanmış özgürlüğün rengi bilinmiyor. Bilemedikçe yoruluyorum, yoruldukça üşeniyorum. Kafamı bir şeye, ama sürekli bir şeye takıp, meşgul etmek istiyorum, ama aklım daldan dala konuyor sanki bunca düşünce nereme sığıyor bilmiyorum. Bazı geceler aklımdan fena şeyler de geçiyor, deliliğimi artık saklayamayacak yaşa geldim, bir sürü bağırıyorum içimden ama yalnız kendim duyuyorum, hem sonra el âlem rahatsız olur. Kendi rahatsızlığımdan çok, başkalarının rahatsızlığını düşündüğüm için, bir türlü rahat edemiyorum. Oysa bir kişi rahat edemiyorsa şu yeryüzünde, diğerleri nasıl rahat edebiliyor, şaşırıyorum. Onlar huzursuzluklarını saklamakta çok mu becerikliler ya da huzursuzluklarını gizleyecek kadar güvenlikleri ve mal varlıkları mı var? Ben artık gerçekten rahata eremiyorum ve ne yaparsam yapayım, olmayacak, neye sahip olduğumu zannedersem edeyim, yine rahat edemeyeceğim.

Gülünmeyecek şeylere de gülebilen biriyim aslında, bizi güzellik değil, delilik kurtaracak. Yaşayıp, geçiyoruz, ders yok, tecrübe yok, anlamak yok. Hikâye yok, kafamın içinde en sadeleştirilmiş şekliyle bir hayat geçiyor, virgüllere bunca takıldığım ondandır, anlatırken, sanki başka bir şey yapıyormuşum gibi, başka bir konuya atlıyormuşum gibi oluyor. Anlatamıyorum ben aslında, kafamın içindeki o karışık ve karanlık sulardan bir türlü çıkamıyorum. Her şey birbirine giriyor karanlıkta, bulamıyorum doğruyu, doğruyu bulamayınca yanlış da bulunmuyor. Hepsi birbirine bağlı olabilir ama aradığımız işaretler, olmasını istediğimiz mucizeler falan yok. Sonuç yok, hiçbir şey yok. Herkesin anlam yükleyebildiği şeyler komik geliyor, bir şey anlamak istemiyorum. Beynimde bir sürü anlamını bilmediğim şeylerin ağırlığıyla enkaz gibi oturuyorum. Sanki bir şeyleri yaşıyorum da cümlesini kuramıyorum gibi. Olaylar; sağımdan solumdan, kenarımdan geçiyor da, hiç kendimi saklayamıyorum gibi…

Varlığımı artık kullanılmayan, eski ve ölü bir masaldan yontmuşlardı. Ellerimin bir ölünün ellerine benzemesini buna borçluydum, gülümseyişimi de alıp, eklemeyi unutmuşlardı. Geçmişten söz edebilecek kadar canlıydım, geçmişi unutamayacak kadar bilmiş, yaşarken hikâyenin içi boşalmış gibiydi. Kimsesizlik böyleydi, ıssızlık bunu gerektirirdi. Boğazımda çiçekler açsın istemiştim ama düğümler, arsız otlar gibi izin vermedi.

Beynime yakıştıramadığım şeylerin eninde sonunda kalbimi bulacağını biliyordum. Cümlelerden kılıçlar gibi batacaktı kalbime, bir yanı daha keskin, odalarının içi yerle bir olacak, dağılacaktı, sonra mahvetmek için başka yerlere göçünü isteyecekti o cümleler, ciğerim yanmak için çok uygundu, parçalanmak için de eski deyimlerden yardım alabilirdim.

Fazla duyarlılık hastalıkmış diyor doktorlar, en çok üzülenler listesinde kaçıncı sıralarda olduğumu söylemedi ama bir teşhisi varmış. Normal insanlardan kaçarken, kedilere, kaplumbağalara ve kuşlara ağlıyormuşuz, sanki her şey normalmiş de bir ben değilmişim. Bunalım, bipolar bozukluk, panik atak falan hikâye hepsi. İnsan kalabildiğin için hep bunlar, bu ağlamalar, bu dumanlar…

Herkes okusun ama anlaşılmasın istiyorsun, herkes bambaşka bir şey anlasın ama ancak herkesin anladığı bir araya gelebildiğinde anlamı olsun istiyorsun. Yüreği yakıp, geçen şiirler gibi olsun istiyorsun yazdıkların ama neden acıttığının bilinmediği gibi… Sırf bu yüzden hiç yazılmamış bir şeyler söylemek istiyorsun, bunun için deliriyorsun. Lüzumsuzca geldiğin dünyada, istenmeyen birinin bile yaşama sevinci denilen büyüye tutunup, kalmasını anlatmak gibi, öleceğini bilerek birilerinin sevgisine bağlanmak gibi, olmayacağını bilerek inanmak, çabalamak gibi… Her hikâyenin biteceğini bildiğin hâlde, günlük saçma sevinçlere vakit ayırabilenlere burun kıvırmak, küçümsemek gibi… İspattan uzak, ama açıklayabilecek gibi doğmanın sitemini yazın sıcağında ağır bir battaniyeden zar gibi üzerinde taşırken, beynine hücum eden düşüncelerden, bunaltılardan seni koruyan, yüreğini ferahlatan kelimelere sığınmak gibi. Zihninde biriken bir sürü soruya cevap bulduğun hâlde kabullenip, sevinmemek gibi, aptalca inanmamak gibi, arayışlarına bir temenni yakıştıramamak gibi.

Kendi dehşetimizden kurtulup, başımızı dünyaya çevirdiğimizde, ilk kez şaşırmış gibi oluruz. Anlamsızlığın çatışması, umutsuzlukla çarpışır, teknik açıdan ilerlememiz bizi biraz daha aptal durumuna düşürür, sersemliğimiz derinleşir, düşüncelerimiz yapaylaşırken.

Ölürken izleyebileceğim, güzel bir film şeridim olmadı. Gecenin en karanlık yeri gündüzleri bile karşıma çıktı. Endişeden titreyen gölgemle baş başaydım, bizden başka kimseler yok ortalıkta, birde yağmurdan titreşen, titreştikçe korkan bir sarı lamba. Ölümü öğrenmek için, önce ölmek gerekiyor, kötü şeritlerden oluşan hayatımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Güzel bir film şeridi olacak diye biraz daha yaşayamam ya, böyle arada kaldım. Hayatıma son veremedikçe hayallerim kırılacak, onlarla birlikte başka şeylerde… Beynimdeki uğultudan kafam uyuşacak, ama hâlâ hissetmeye devam edeceğim, üstelik hissetmemek için yapmaya çalıştığım hiçbir şeyin faydası da olmayacak. Kendi gözlerimin donukluğuna bakarken, donuyorum. Bembeyaz duvarda bir sürü şey arıyorum, pürüzsüz yapılmış badananın içinde, kirli çiviler bulabiliyorum bir tek, onları kafama takıyorum. İçim kararıyor, gözlerim kadar. İçimden geçen cümleler, keyfimi kaçırıyor.

Yazdıklarımı gözden geçirmeye kalktığımda, her satırda yatan birkaç ölü duyguya denk geliyorum, gündüz gözü kâbus görmek gibi bir şey, geceden daha çok, sayfalarca kâbus. Sanki bileğim, kesilmiş, kemiklerim kırılmış, ruhum kopmuş gibi ama hiçbir şey hissetmiyorum. İntiharıma biriktiriyorum tüm mutlu resimleri. Gözlerim çıplak baktığı için sokakları, ıslanmışlar. Yanlış değildi adımlarım, doğrusu bir yere varamadığımdı. Buradaki yanlış bu zamana kadar ölememiş olmamdı. Aynı şeyleri tekrardan yazınca, her defasında başka bir hikâyeye doğru gideceğine inanan katıksız itikatlıydım, saf suyun bir gün yolunu değiştireceğine olan inancı gibi. Nasıl anlatacağımı biliyorum ama nasıl kurtulacağımı bilemediğim kâbuslardayım. Boş şişelere anlam yükleyip, denize atabilecek kadar büyüdüm. Aynaya koşuyorum, kâbus değil de bu defa rüya görmek umuduyla, korkudan bakamıyorum. Hani bıraksam kendimi, içimden aşağıya, hiçbir yere varamam, koştuklarımla kalıyorum, arada düştüklerimle anılıyorum. Günün belli saatlerinde görünmeyip, unutulmuş, hiç rağbet görmemiş bir romanın en sıkıcı ve silik karakteri oluyorum geceleri. Sarhoş oldukça çekilmiyorum, kendimi taşıyamıyorum. Hayatta taşıdığım kadar acının yükünü, kilomun bilmem kaç katına çarpıp, bölmem gerekiyordu parçalarına, bilmiyorum. Aynaya baktığında; gözlerindeki doluluktan ayna taşar, duvarlara çarpma sesini duyarsın, yüzün kırılırken, içinden de bir şeyler tamir olmayacak şekilde parçalara ayrılır. Beynindeki öfke ve isyanla birlikte, hiç de durumuna uymayan bir tezatla, yanağında kurumayı unutmuş, alzaymır hastası bir gözyaşı vardır.

Yirmi Sekiz Eylül İki Bin On Yedi 17 20
Nevin Akbulut

Şiirler

Bir Yarımlık

Yaşamanın provası yapılıyor da yaşanmıyor
Yarım bırakılmış bir puro
Peçeteye sarılmış gözyaşları
Yanaklar belki de biraz bunun için yaratılmış
Ve çokça hüzün yaşatılmış
Başka hangi bir yer saklayabilir ki gözyaşlarını
Üstelik soğuktan donarken
Ama yanaklarımda
Başka birinin gözyaşlarına bile yer vardı
O kadar büyüktüler
Ve en erken zamanda devamını getirmeye niyetlenirken her şeyi
Yarımdan öteye gidememek
Yine yarım şiirler yazmaya devam edeceğim
Kedileri büsbütün seveceğim

İnsanın bazı gecelerde
Kendi hüznünden de ayağının kayıp düştüğü oluyor
Boğulmanın iki türlüsü
Boğazıma sarılan başka bir elden fazlası
Kendi elimin yarımlığı, yetememezliği
Bir sürü söz yapıştı
Uzun yıllar saklayıp, büyüttüğüm o düğümü
Dün gece bir jilet kesti
Etrafa bir sürü hayal kırıklığı fışkırdı
Büyüttüğümden fazlaydı
Küçülttüğümden de çoktu
Boğazım küçücüktü
Boğuluyordum da batıp gidemiyordum
Karanlık dehlizlere

Gündüz hayallerim dalga geçiyor
Bodrum kat balkonuna çıkıp
Ayaklarını sarkıtıp
Çekirdek çitliyor
Sanki balkon varmış gibi
Sanki balkonun demir korkulukları varmış gibi
Birçok şeylerin korkunç olduğu doğruydu
Ama korkuluk yoktu işte
Hayal hayalliğini yapıyordu yine

İnanmak için biraz daha dokunaklı şeyler olması lazım
Dokunup, acıtması gibi

Yüreğimdeki kırıkların çöplerini bile atmaya kıyamadım
Sakladım içimde
İçim biraz çürümüşlük kokuyor
Yavan sevgilerle avunamayacak kadar gerçek hayallerim
Elimin ayağımın birbirine dolaşacağı şeyler olmadı
Ellerimi unuttuğum oldu ama
Ayaklarımın da varlıklarını
Korkunçtu, hüzünlüydü, zavallıydı
Daha çok kışlara denk geldi
Gözyaşlarımın sonsuzluğuna ve buz kesen şeylerin kırılmalarına
Kesti, şekiller o kadar da güzel değildi üstelik
Yine anlam yüklenebilirdi
Bir salyangozun içten içe erimesi gibi
İçimde saklıyordum erittiklerimi

On Beş Ocak İki Bin On Altı 14 00
Nevin Akbulut

Şiirler

İmlâ Hatası

Şeytantırnaklarıma da oje sürüyordum
Hüznü ilk annem yakıştırdı bana
En çok babam
En çok cesareti dilendim içimden
Bu sessizliğim diğer sessizliklere benzemiyordu

Rakıyla sabahladığım geceler
Kaderi düşünürdüm
Silince tüm geçmişi
Kader diye bir şey kalmıyordu
Hatalarıma karşın
Beni saracak sımsıcak bir kol aradım
Saçlarım dağıldı
Kesmek istedim
Kırıldım, bir omuz aradım, ağlayacaktım
İnsan sevaplarıyla seviliyorsa
Günahlarıyla neden sevilmesindi

Kitaplara inandığım kadar
Kendine inandırabilseydin beni
Bir saniye olsun, göğsümden ayırmazdım başını
Kendi olmak istediğim yere seni koyardım
Ne çok sızlandım kendime
Bir tek kelime için
Kitaplar hem çocuğum
Hem de ben onların çocuğu
Birçok susmuşluğum, dinlemişliğim
Ama en çok da dinlenmişliğim
Canımı acıtan şeyleri haykırdığım cümlelerde
İmlâ hatası nerede
Belki tüm geceler biraz hatalı
Söyleyemediklerimden çok, söylediklerim içime dert
Gözlerimin doluluğunu onlara borçluyum
Sahiplenecek kimse yok kelimelerimi
İçimden başka
İçimin yerine bir şeyi koyabilsem
Kondurabilsem bir çift eli
El yabancı demek lügatımda
Kendi ellerim bile yabancı gibi bakıyor
Alıştım onların da yokluğuna
Bir kedi cesaretiyle ve sırasıyla unutuyorum her şeyi

Kendi kendime konuşmaktan
Ve herkesle susmaktan
İleriye gidemiyorum
Oysa geçmiş zamanda her şey farklıydı
Ama unutmuştum, silmiştim
Kader değildi artık geçmişin adı

On Üç Şubat İki Bin On Altı 10 40
Nevin Akbulut