Browsing Tag

mutsuzluk

blog dergi edebiyat Genel kâbus nevin akbulut nevinakbulut psikoloji yeni yazı

Tekinsiz Vakitler

Endişeli günlerin geleceği, kâbuslu gecelerden bellidir. Kaygı; yaşadığın saatlerin belirsizlik ve değersizleştirilmesidir.

Deneyim, eşi olmayan bir ucubeye dönüştü. Varlığın yerini bambaşka bir dünya aldı. Anılar toz bulutuna dönüştü, artık başka bir yıldızın sömürgesindeydi hayat. Yarı hayalet yarı canlı varlıklarla dolaşıp, duruyorduk. Tıpkı dünyadaki hâliyle; yaşarken ölü olup, öldükten sonra bile bazılarının hâlâ yaşıyor olması gibi. Bir türlü yok olduktan ya da bir değeri kalmadığı hâlde, gömmeyi beceremediğimiz zamanlarımız gibi. Eski imparatorlukların ruhlarının saklı olduğu evrene yatay geçiş yapmıştık. Başka, eski ama yeni yüzlerle saklanan ama bilinene gerçeklerin gölgesinde yolculuk ediyorduk. Her şey kahrolası bir metalik zamandaydı, sanki sesler tiz çıkıyor, gıcırtıdan öteye geçmiyordu, güzel ses denilen bir şey yoktu. Müzik susmuştu. Beyin uğultularımızla haberleşiyor ya da anlaşabiliyorduk.

Yaşanılabilir bir hayattı ama çekilesi değildi. Sinir bozucu, boğuk, kaba ve kasvetliydi. Keşke her şey bitmeden önce yok olmayı becerebilsek, bu kadar ölümsüz olmayıp, devamlılığı sağlayabilseydik. Varlığımız dâhil, dünyamızın kıymetini gerçekten bilebilseydik, çıldırmasaydık bunca. Güzel hayallere değil de, anlamsız hayaletlerin peşinde sürünmeseydik, her şey bitmeden önce.

Ölüm soğukluğuna akraba olduğumuz gecelerde, yorgandaki kuşlar tekinsizce cıvıldıyor. İçimde ısıtıp söylediğim buz gibi şarkılar dilimin ucunu uyuşturuyordu. Mermer tenin soğukluğu ölüme ait hissettiriyordu. Üşümekten moraran elleri ve kelimeleri nereye taşıyacağımı bilmiyordum. Bu ellerle olmazdı taşımak, tutunma yetisini kaybetmiş gibi. Ölüme uzak rüyalar görüyordum, ıstırapla uyuduğum gecelerde. Isınınca daha çok yaralanan şeyler vardı, hatırlamak gibi, umutlanmak gibi. Güneşi bu kadar hayal etmek, onu getirmiyordu. Bir şeyi her gün unutmayı dilemek, onu her gün hatırlamak demekti. Şair şiirin içinden çıktı, özne varlığındaki anlamını yitirdi. Geriye kalan yüklem, hiçbir şeyi toparlayamadı, eylemler de pek işe yaramadı.

Bakışlarım boşluktaydı, sen en büyük göz yanılmam oldun. Bunu izaha cüret edemediğimden, kelimeleri haybeden harcamış oldum. İnanmak diye peşine düştüğün her kelime ruhuna tuzak. Aldanmak her defasında, bile isteye kurduğun tuzaklara yine kendinin yakalanması. Yıllar önce ezbere bildiğin o şiiri yıllar sonra bir yerde görüp okuyunca, hissettiğin o değişiklik, işte yaşanılanlar, yaş alınanlar, değişenler, geçen zamanın dışarı doğru dönüp, durması.

Herkes yok oluyor, yok oldu. O kadar sessiz oldu, bitti ki her şey, hiçbir şey yapamadım, bir şey de diyemedim. Ama dağıldım, durup, kaldığım yerde ufalandım. Gürültüden biraz sıyrılsak, iç sesimiz boğacak bizi. Bazı sabahların olmasına bu yüzden gerek yokmuş gibi geliyor. Biraz zaman geçsin öyle yapayım dediğin her şey, ertelediğin o zamanda sana aynı duygularla geri dönmüyor. Harcamış oluyorsun. Doğru zaman yok, sadece ne yaşanılması gerekiyorsa o yaşanıyor. İleride şu kitabı okuyacağım diyerek, şimdiki zaman ve bulacağın anlamlara güvenmediğin için ertelediğin o kitap, zamanı geldiğine inanıp, okuduğunda sana şimdiki hissettiklerini hissettiremeyecek. Aynı duygularla hissedemeyeceksin hiçbir şeyi. Tıpkı şuan benim bu cümleleri dökerken, aslında çok daha güzellerini içimden geçiriyor olduğum ama buraya dökene kadar kayboldukları gibi.

Binlerce yalanın içinde kendine gerçek bir hikâye arıyorsun, bulamazsın. Sen de biraz yalan olacak, çokça kanacak ve yalanlarla birleşeceksin. Bilinmeyen ve görülmeyecek, gerçekliğini yitirmiş umutların hücumundan, ne kadar sakınsan da kurtaramayacaksın kendini. Üstelik sana bedelsiz de sunulmayacak hiçbir umut, hepsinin bir karşılığı olduğu hâlde, senin tüm ümitlerin yine boşa çıkacak. Giden her zaman olduğu gibi senden giderken, kendin azalacaksın.

Yeteri kadar birikse, bir yerde taşıp, bırakmaz mıydı kendini her şey? Taş olsa… Neyin sabrı ve neyden dolayı bunca dayanıklıydı içimiz? Salmamız gereken yerde, tutunacak ne bulduk da arsız, inatçı bir yapışkan gibi hiç bırakamadık yaşamayı? Kabullendik mi her şeyi? Korkak olduğunu yeni mi öğreniyorsun? Bir şeylerin bittiğini biliyorum içimde, bunu olmadığını hissettiğimde artık duyamadığım rahatsızlıktan anladım. Asıl eksik hissettiren bu hissizlik ve zamanında arayıp da bir türlü bulamadığım umarsızlık.

Tüm bunları hak ettiğine inandığındaki, o teslimiyetten yıkılacaksın. Bu sefer başka bir şeye teslim olacaksın, bir diğer esaretten kurtulmak için zaten bambaşka bir tutsaklık gerekirdi. Umduğum fırtınalar hep ummadığım anda gelmişti, o yüzden zaten fırtına diye tanımlıyordum. Ne kadar sıkıcı olduğumu yıllardır hep aynı yerde beklediğimden anladım. Sıkılmıyordum ama sıkıcıydım. Herkes gelip, gidiyor, gelip, geçiyor, gelmeden gidiyordu, ben hiçbir şey yapmıyordum. Külün hikâyesi ateşten daha çoktu ve daha çok yerli yerindeydi, ateş gibi uçmuyordu, oturaklıydı. Varlığım yok mu olsun yoksa sürüp, gitsin mi bilmiyorum, bu cümledeki yoksa kelimesinin melankolisini taşıyorum, nişan gibi, meftunuyum. Kemiklerim gibi kalbim de o kadar sağlammış ki, bir türlü tam dibine kadar kırılacak bir şey bulamadım kendime, kökten kırılacak ve sonsuza kadar gidebilecek.

Göğe doğru yükselen gökdelenlerden sonra göğe uçan çamaşırları, uçup, kaçan ve dönmeyen balonları özlüyorduk. Şiir gibi anlatılıyordu her şey ama şiirden uzak, evhamlı bir romanı andırıyordu. İnsanlardan çok yerleri özlüyordum, uzun süre bir şeyi bekledikten sonra, artık o süreyi doldurduğundaki karanlık huzurdan bahsediyorum. Doldurdun, tamamladın ve kapattın, artık beklemeyeceksin.

Kanatlarının aldığı kadar yükünle, toparlanıp, gidemedin şuralardan. Gitmek kolaydı belki de, toparlanmayı beceremedin. Yeni bir berrak sayfaya başlamak hem zoruna hem de ağrına gidiyordu, kabullenmek gerekirdi artık bir saatten sonra, eski sayfaların aslında ne kadar da kirlendiğini. Ölemedim çiçekler gibi, soldukça. Hasret duyduğun her şeyi o şekilde ve tam orada dondurup, bıraktın. Yeni özlemler de duymuyorsun artık, kendini de dondurdun, dolman gereken yerde, bıraktın önceyi ve daha sonrayı. Hiçbir paragrafı tam olarak bitiremiyorum son günlerde, içimin sıkıntısından teselli bulduğum kelimeler de bir işe yaramıyor artık. Kalbimin ucuna kadar gelip de diyeceğim diye çırpınmalarım da sustu artık, çaba harcamamayı da öğrendim, kendimden yiye, bitire.

Ortalıkta dolaşan, hayalî bir karakter olsaydım, virgül gibi bir hayatım olsaydı, ne de olsa yarım yamalaktı her şey, uyumlu olurduk, hazır içim de bu kadar hayal doluyken, gerçek olmak çok acımasız ve zor. Kara bir haber gibi dolaşıyor şimdilerde kendi gölgem, kendime yabancıyken, gölgeme nasıl yakınlık duyabilirdim ama gittiğim, gördüğüm, bildiğim şeylerin bir kanıtı olmalıydı, kendimi gölge yerine koyup, gölgeyi kendimin bir paralel uzantısı gibi sahiplendim. Zifiri bir kuyuya paraşütsüz düşer gibi günler geçirdim, biraz yüreğimiz de kabaracak ve kararacaktı tabi, hayalî karakter olamamanın bir uzantısı bu da bence. İçinde bir türlü barındıramadığın iç içe geçmiş duygularla; kaygı, belirsizlik ve umursamazlık ne yapacağımı bilmiyorum.

Birçok şeye “kader” deyip geçiyorsunuz. Herkes kendisi edip, kendisi buluyor, sonra da bunu kaderin üzerine atarak, o tembellikteki uyuşukluğa sarılıyor. Bir şeyleri bilmektense, belirsizlikteki kaostan beslenmek daha iyi geliyor çünkü sıradanlık yormaz, üzmez ve kırmaz zannediyor, uyuşukluk ve bitkinlik tam da bu, ardından da hissizlik getiriyor. Herkese uyum sağlamaya uğraşırken, kendiyle bir türlü geçinemiyor, kendinden uzaklaşıyor hissizleştikçe. Her şey bu kadar tekrardan başka bir şey değilken, hepimiz düzmece bir umutla finalde bir sürpriz bekliyoruz.

18.03.2022 14:20
Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji Uncategorized

Zonklamalar

Şans senden yana değilse, ne yapsan olmaz bazen, kabullendik mi bunu? Daha ne isterdim şu inatçı inancımı içimden sıyırsam, aklım gibi. Ama bir yerden sonra ya alışıyorsun olmamasına, olmayacağına ya da artık hiçbir şey yapmıyorsun, susarak karşılıyorsun tüm olumsuzlukları. Bünyem tüm bunları ezberlesin istemezdim, hatta hiç görsün, bilsin istemezdim. Ama öğrendi bir kere, o kafa sükûneti de geldi oturdu içime. Kıyamet koparacağım yerlerde olan olmuşun rahatlığıyla oturuyorum öylece sessizce. Bazı durumları dikey olarak karşılayamıyorum artık. Hâlim kalmadı belki de artık, yapılacak bir şey kalmadıysa, kalmamıştır. Aşırı özlediğim şeylerin yerine artık başka varlıklarla dolduruyorum, minicik bir nefes, bir iç çekme, bir mırıldanma yetiyor, muhtemelen bunu da aklımı sınır dışı ettiğim zamanda kalbim bulup, getirdi. Ama iyi oldu. Tuhaf biçimde dizilmiş olayların bütününden geçiyor gibi bir hayat yaşıyorum. Yaşamıyorum da içinden geçiyorum gibi, zaten yeterince bunaltıcı olan hayatıma bir de yapışkan ve ağır bir hava eklenmişti.

Akşamları çatlakların arasından fırlayan birçok çeşit ama müttefik oldukları her hallerinden belli bir yığın böcek tarafından vuruluyorum, beynimin boğumlarına kadar irkiliyorum. O anda aklımda sığınacak değil, yazacak yer var sadece, yazacak, sana yazacak güvenli bir alan. Büyüttüğüm korkulardan tepetaklak düşüyorum yere, bizim evde böcekler hep tepelerde geziyor nedense. Kaybettiğim her şeyin yerine seni fazlaca yerleştirdiğim için aradığım hiçbir şeyi de bulamıyorum. Kimileri buna yaş almak der, kimileri unutmak. Benim bunlarla hiçbir ilgim yok. Aklımı elimde tutabilsem daha ne isterdim. Gündelik hayat dediğimiz karmaşanın içinden yara almadan sıyırabilirsem ne mutlu bana ama daha çok akıl sıyırmalarıyla tamamlanıyor günler. Trajikomik çelişkiler istisnasız her yanımızı sarmıştır, oysa ne çok güvenirdim bir zamanlar aklıma, içindekilere. Aklımı şaşırtan düşüncelerin içinde yuvarlanıp, durdum, bir yere kapatmak geldi kendimi, içimden. İçimden kurtarmam gerekiyordu aklıma göre. Elimde olsa, ben de kendimi dünyaya getirmezdim mesela ama yine de içimdeki her şeyi ona vermek isterdim, ne yazık ki hem onu hem kimseyi inandıracak kadar güç yok içimde. O yüzden daha çok dinlemiş, daha fazla inanmış gibi yapıyorum.

Ruhuna kadar dokunmuş birisinin gidişi, kalbinde kocaman bir boşluk bırakır ve o boşluktan dolayı kalbin hep üşür. Beni neyin hayata bağladığını hiçbir zaman tahmin edemezsiniz, tıpkı neyin öldürdüğünü de bilemeyeceğiniz gibi. Ruhumdaki güzellik bir imdat çığlığıydı, bu dünyaya ait olamadığım yerden tutundum, eğretiydim. Gerçekliğin korkunçluğundan kendini hayalin güvenli kollarına bırakırken, geride hayata bıraktığın güzelleme gibiydi her şey. İçimizde içi tükenenler oldu, içimizin de artık içi kaldırmıyordu. Sığamadığımız hayatlar oldu, gidişine özlemle baktığımız, yeminlerine inandığımız, bunca yılda içimizi parçalayan pek çok şey oldu.

Hayalet gibi yaşamıştı, canlı gibi öldü. Oysa hayaletler hiç ölmezdi. Artık bulduğunu sandığın, iştahla anlattığın, arada bozduğun, çok zaman küçülttüğün o kalbi kaybettin, yerine ne alsan yerini yadırgayacak. Emir kiplerinle gururlu kirpiklerin birbirine karıştı, işte bunu gururuna malzeme edebilirsin, iadesiz hem de. Yaşattığın her şeyin heyecanı zamanında emilmiş, harcanmış ya da kalitesizdi. Yine de süsledim onları, Görmeyince geçmiyor hiçbir şey, bilmeyince geçiyor ama.

Bazen başına gelenlere o kadar katlanamazsın ki, kaçarsın kendinden, içinden. Sanki her şey başkasının başına gelmiş gibi uzaktan, sakince izlersin. Tekerrürden ibaret bir hikâyeyi yeniden yazmaya teşebbüs etmişim, ne çok cesaretim varmış, üstelik boşuna. Bir şeyler artık çeneme vursa da, çokça konuşup, biraz rahatlasam diyorum, ama hepsi içime doluyor. Ne yapsak yapamayacağımız saatlerdeyiz. Ne istesek olmayacağını bildiğimiz zamanlarda. Bilinç aklın yolunu şaşırdı belki de ya da buna başka ne denilebilir ki? Gerçekliğin yerle bir ettiği güçlü bir karamsarlık… Belki. Güneşin tam tepemize vurduğu şu zamanlarda hiç iyi bir şey olmuyor.

Söyleyecek onca şeyim olmasına rağmen, hiçbir şey diyemedim. Sustuğuma göre kalkıp, gitmem gerekirdi, oturamadım, kalamadım da. Öyle havada asılı kalmak gibi ruhsuzca bekledim. Bazen ne hakkında yazdığımı tam olarak ben de bilmiyorum, bu bilinçsizlik, dünyanın havasındaki huzursuz edici şeylerden kaynaklanıyor. Pencerelerimden kime neydi ki? Yaşadığım şu şey; sanki kötü bir kâbusun zihnimde, parçalara ayrılarak, sürekli oyalanması gibi bir şeydi. Şu hayatta olmadığım zamanlar çok daha havalıymış. Meğer ne kadar da acıtmışım canımı, insanın kendine yapabileceği en kötü şeyi yapmışım. Başkalarının gerçekten de iyi davranabileceğini, önemseyebileceğini gördüğümde anladım içimin maruz kaldığı yanlışlığı. Böylece soğudukça soğudum. Kimsenin bir türlü kabullenmediği yalnızlığı sarmalayıp, saklıyorsun, yere göğe sığdıramıyorsun, överek bitiremiyorsun. Kalbini bitirdin, ucunu bir başka yerde büyüttün.

Toparlayamadığım yazılarıma, ruhu parçalanmış kelimeler eşlik ediyordu, bir türlü kimse bütünlenemiyordu. Tamamlanmak için buralardan, hatta bu hayattan bile gitmek gerekiyordu. Tamamlandığını zannedenlerle aynı zamanı paylaşıyorduk yalnızca, aynı hayatı, aynı acıları değil. Kimsenin bir diğerinin içinden haberi yoktu, kendi etrafımızdan kendimizi saklamış, soyutlamış, çevremize de çelikten bir kabuk çekmiş, yumurtalar gibiydik. Çıkmak tehlikeydi, azaptı, endişe ve korkuydu. O tuhaf hissiyatın içindeki sıkıntıyı tarif edemediğim günden sonra, ben niye yaşıyorum diye hiç düşünmedim bir daha. Ama niye bunları yaşadım ve neden bunları bana yaşattı dedim. Herkes hak etmediği şeyleri yaşıyordu biliyordum ama ben hep, hiç aklımda olmayan şeyler yaşamıştım. Gereksiz ve geçmişe geri döndüremeyecek türden. Üstelik sonrasında bunun telafisi bana hiçbir şekilde geri dönmeyecekti, bu daha büyük bir haksızlık değil miydi? Her gün bunları unutmak için uyanıyorum, her gece sanki aynı kâbusu görür gibi uyuyorum. İnkâr edip, yok saymak istiyorum, orada elle tutulur gibi belirgin duruyor. Firari düşüncelerimin de bir şeye yaramayacağına artık çoktan ikna olmuştum. Cehennem oradan buradan sarkan, basit ama küçük ayrıntılarda yatıyordu.

Geçmeyen zamanın içinde dakikaların içine yükleniyorduk, hayata dair anekdotlardan sıkılıyorduk. Uyduruktan anlamlar yüklemişiz şu yaşama, fazladan. Bazı dakikaları unutmak yetmiyor çünkü bazı günler de yok olsa. Yıllardır biriyle içinde büyüttüğün o kocaman dünyanın bir tek senin başına yıkılması gibi. Haksızlığın hesabını yanlış yerlerden soruyorsun. Sorman gerekenlerle arana öyle bir uzaklık koydun ki, hiçbir ah’ın yetişmiyor artık onlara. Herkesin içinin bunca rahat olması en çok seni huzursuz ediyor. Mutsuz olmamam gereken yaşta da oldukça mutsuzdum. Bu beni her yaşta huzursuz etti ama alıştım. Hatta çok arada bir an mutlu olsam şaşırdım, kaldım, ne yapacağımı bilemedim. Yadırgadım, ne de olsa dünyaya tüm mutsuzluğumla gelmiştim.

On Dört Ekim İki Bin Yirmi Bir 12:00
Nevin Akbulut