Browsing Tag

hikâye

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut psikoloji yeni yazı

Uçup Giden Tesadüfler

Yarım kalan şeyler, öyle de kalsın artık.

Teessüf ederim, en çok da kendime, bunca zaman sonra, bu hikâyeden daha hakkımı alamamış olarak ayrılıyorum. Kendime kalanın bile bana düşmediği, düşemediği şu hayatta çok da bir şey beklememek lazım geldiğini çok önceleri anladım. Konuşacak, hesap sormayı deneyecek sadece kendimi bulabiliyorum; o yüzden böyle yalın, cümleleri döke, saça kullanabiliyorum ama bir yerde kişinin kendisi de olsa bir özen gerekirdi, kırıldıkça, boş verildikçe, boşluklarda salındıkça sanırım o özen ve nezaket de içimden bir yerlere gitmeye başladı. Beni benden başka kim bu kadar anlayabilir ve tanıyabilirdi diye düşünürken, bir hayal kırıklığı da kendimi anlamadığım, tanıyamadığım zamanlarda oldu. Garipsenmemeli kişinin kendiyle mukavemeti. Bir türlü bitmeyen şeylerin o bıkkınlık veren batışı ve telaşı, sıradanlığın içinde gizlenmeye çalıştığımız, yerini bulmamız ve artık boş verip, aramaya değer görmediğimiz tüm kayıplarımız orada bir yerde birikti, doğru zamanda, doğru yerlerde bile yanlış yerlerimizden kırıldık. Kırılmak için, kırmak için kimse kimseyi beklemiyordu artık.

Cinayete uğrayan da uğradığı yere döner bir gün, terk edildiği o parka, unutulduğu banka, boş verildiği uzaklara. İlla hep katiller dönecek değil ya, bazen de maktuller döner, dönmelidir de ayrıca böylesi daha adil. Neleri yitirdiğini, nelerden bırakıldığını, iz bırakıp bırakmadığını ve en önemlisi yeniden ölmemek için döner. İnanamadığı ölümü kanıtlamak için, ölümünden bir işaret bulmak için gelir. Artık öldüğünü bilmek ya da bulmak için, belki öldüreni değil ama öldüğünü… Cinayetime bir mum da sen diktin, üstelik duasını bile etmeden. Bir yasın varsa ne kadar görmezden gelip, kaç gün susturabilirsin ki? Ben kendi yasımın bekçisiyim, kendi ölümümü aramam gibi. Kendi ölü hislerimin yasını tutuyorum, üstelik kıran, yok eden, öldüren hep başkaları olduğu hâlde. En çok buna tutuluyorum, en çok bunun için kayıp, gidiyorum buralardan.

Rastlaşmak için binlerce dilek dilerken, şimdi karşılaşsak o film gibi kısacık anda, hiçbir şey yapmam gibi geliyor, hatta hiç karşılaşmayalım isterim, ruhumun o huzurlu ve huzursuz rahatlığı ve rahatsızlığı hiç bozulmasın, hatta dokunulmasın isterim, yok olalım isterim, zaten hiç olmamış gibi olmadık mı? Karşılaşmamız bundan böyle o kadar manasız olurdu ki; o yüzden karşılaşmayız, karşılaşamayacağız, rastlaşamayacağız, içimden biliyorum ve böyle olmasını diliyorum, tüm kalbimle olmasa da, yarısıyla dilediğime eminim. İçimden yeterince atamayacağım o zehri bir yerlerde susturmayı başardım. Geç kalmış bir hüzündü benimkisi, her şeye geç kaldığım gibi, hikâyeme bile geciktiğim gibi bu hüzne de gecikmiştim. Herkesten bir miktar boşluk kaldı, onlar hatıra bıraktıklarını düşündüler ben sevilmeyen, istenilmeyen bir miras olarak aldım. Bırakıp, gittiğinizde yerinizde kalan şeylerle, izlerle, anılarla teselli bulmaya kalkmayın. Boşluktan başka bir şey değildir artık çoğunlukla geriye kalan, bu hissimde de ne kadar yanılmamış olacağım ki; dün akşam bir haber kanalında gördüm; anılar zihni yoruyormuş meğer bilime göre de böyleymiş. Bundan bir ay önce falan da istenmeyen anılar artık silinebilir gibi bir şey gördüm, yıllardır beklediğim bu işte dedim bir hevesle. Sonra acaba hangi birini silmem gerektiğini düşünüp, bulmaya çalışırken, daha da yoruldum. Bir şeyleri silsek, birbiriyle bağlantılı diğer anılar ne olacaktı, bir yere tutunamayan, ortada kalmış, anlamını yitiren birkaç cümle gibi soluk, ıssız kalacaklardı. Üstelik silmek istedikçe, sildikçe boşluk büyüyecek, o koca boşlukla; (ben yaşanmamış zannedeceğim) ne yapacaktım…

Artık sevecenliğini bırakan dünyada, rüyalarımız ıssızlaşmıştı ve kâbuslar çerçevelemişti onları, nasıl daha korkunç bir hâl alır bu durumlar diye uğraşırken zaman, içindekiler onun yerine uğraşıp, her şeyi kötüleştiriyorlardı. Bunca kelime kâbuslara kadar sızmasa nerede sabahlayacaklardı?

Son birkaç yılı kaybolmuş gibi geçirdim, içinde ne yaz vardı, ne deniz ne de güneş. Yıldızları görmek için de hem gecenin içine, hem cehennemin dibine, hem de en yüksek tepelere çıkmak gerekiyordu. Üşendiğimden tabi, hiçbirini yapamadım, zaten çıksam o tepelere adımlarım yetmez, nefesim yetmez, gücüm yetmez, boyum yetmezdi. Geçmeyen ağrılar da başımı bir türlü serinletmiyordu, her yer sıcak olsun istiyordum ama bir tek başımı benden alıp, soğuk bir odaya koysunlar istiyordum. Tam unutmaya başladığım zamanlarda, kötü bir anı gibi kendini hatırlatıp, duruyordu. Başım hiç hoş değildi bunca sızıyla.

Bu kadar kaybolmak istesem bu kadar olmazdı. Bu da oldu, içimdeki sevecenlikle birlikte yıllar içince yavaşça kayboldum, her giden duygu bir şeyimi eksilterek aldı, götürdü benden. Önce biraz güven gitti, bir yerlerim kırpılmış, ısırılmış, bir haksızlığa maruz kalmış gibi kaldım. Üstelik ne kadar iyi bir şey olsa bile bu eksiklik tamamlanmayacak düzeydeydi ve daha da kötüsü son yıllarda hiç iyi bir şey olmuyordu. Belki de güvenden önce iyilik bırakıp, gitti bizi, öyle ya iyilik olsa tüm bu olan kötülükler olmazdı ya da içinde bir miktar iyilik kalanlar kötülüklere ses eder, engel olmaya çalışır, hiçbir şey yapamıyorsa kınardı. Dünya kadar içime döndüm, döndükten sonra da başka biri oldum, kendime ait bir şey kalmadığı gibi ve sürekli bunu yinelerken; ‘artık’la başlayan her kelime biraz daha kendimi yitirdiğimi hissettirirken, artık hiçbir şeyin şifası olmayacağı gibi nedeni de olmayacağı bir zamanı kazasız, belasız atlatamayacağımı dibime kadar biliyordum. Kaybolmakla da kurtulamıyorduk, içimdeki marazlı boşluk, eksiklik her seferinde bir yerlerime batıp, kanatıyordu. Kaybolacaksam insan olmayana kadar kaybolmaktı niyetim. İnsanlığı artık bırakmak, insanlığın sustuğu gibi susmak, yaraların acımasını artık hissetmemek, mümkün olduğunca hissizleşmek… Eski sızılardan kurtulamadıkça, yeni olan hiçbir şeyden de artık hayır gelmeyeceğinin bilincine çoktan varmış bulunuyorum. Bir önceki istasyon inanmak’tı. Geride bıraktım, tüm o sevecenliğimle birlikte. Anlayış ve tahammül de bir yerlerde kayboldu, içimden eksilen eksilene, uğurlar ola. Renkler, sevinçler ve hatta üzüntüler bile azalırken bunca, ben nasıl hâlâ tamammışım gibi gözükebiliyorum aklım almıyor. Kendime bile tahammülüm kalmadığı şu zamanlarda hiç ama hiçbir şeye tesadüf etmek istemiyorum, öylece uçsun, gitsinler, beni bıraksınlar istiyorum. İstirham ederim.

26.04.2024 11:00

blog dergi edebiyat Genel nevin akbulut Şiirler yeni şiir

Geçmiş Anılar Ülkesi

D/oluyor bazen öyle şeyler…

Uzun bir yola çıkmaya teşebbüs etmiştik
İlk kim fedasını sundu bilmiyorum ama fazla oldu
Kısa kestik, uzun konuşulması gereken her şeyi
Uzaklık merkezli mutlulukları parçalayıp, böldük
Ferahlık bildik
Yakınları uzaklaştırdık
Bir hikâye daha böyle anlaşılmaz oldu
Ederi belki de ulaşılmazlığındaydı

Rehindi ruhumda, sana anlatamadıklarım
Adını telaffuz ettiğim anda
Bozulup, susacaktı tüm öykü
Biraz da böyle yarım kalacaktık.
Boğuldu nefesim içimde
Nerede olduğunu kestiremeyince
Bir düş oldu kafamdaki tüm kırmızı renkler

Uzaklarda sirenler, yakınlarda mezarlar
Bulutlardan bile anlam kapıp, korkar olmuştuk
Yıkımlardan kopya çekiyorduk
Bir kül rengiydi bizim hayallerin içleri
Bir köz renginde, sabaha karşı susmuştu saçımdaki renkler
Saçmalıktı, ıssızlıktı, ürküntüydü
Dolu gibi, ölü gibi, kimsesiz gibi
Rüzgâr ve ölüler hep susturuyordu
Peki biz nereye kadar soyunacak,
Nereye kadar çıplak gidebilecektik anıların içine?

Bir ömür beklediğin vuslat neredeydi ki
Sana değmeden geçip, gitti
Geçmiş anılar ülkesi, bizim dilimizde kalan her hikâye
Tüm olmazların, olmuyorlar, olmayacakların nedenlerine
Kestirme yolu bulmuştun
İmkânsızlıkla yoğrulmuş, olamazlarla yıkanmıştın
Çıplaklığın buradan geliyordu

Rica ederim, sen yine de üzerine alınma bu şiiri
Kendini o kadar ulaşılmaz da bilme ama ol
Benim için ol,
Şu mükemmel hüzün için,
Uzak hikâyeleri biriktirmek için ol
Ve tüm olacak şeylerin karışık hüznü ile
Kalbinin bir yerinde kalan o onulmaz susuşlarınla birlikte
Dol ve git demeye dilim varmıyor ama yola çık.

Öleceğine sevdi herkes, çok ile süsledi
Ben de seveceğime öleyim istedim
İzahı olmayan şeyleri ölüme yaklaştırır
Ölüm gibi derdik ya ben de öyle yaptım
Ölüm gibiydi hepsi.

Aslında bu hikâye herkesin kendini bulduğu
Ama anlatamadığı, anlamadığı
Ve asla hak etmediği bir ülkenin kenarından geçiyordu
Öylece susuyordu önce periler
Sonra tüm renkler.

02.09.2023 16:30
Nevin Akbulut

 

Şiirin Hikâyesi:

Gerçekle hayali karıştırdığım gibi, artık doğru da yoktu
Ya da sen o doğrunun içinde değildin, hayaldin, uzaktın
Sendeki doğrunun gerçek bir tanımı yoktu.