Monthly Archives:

Temmuz 2019

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut psikoloji Uncategorized yeni yazı

Hüzünlüydü Çok Güldüm

Beni mutsuz etmek öyle kolay değildi, mutlu olacak ufacık nedenlerim vardı, bulurdum. Ama ağlamak için hiç zorlanmazdım. Birilerinin zorla aldığı gözyaşlarım da olmuştur, renkleri şeffaf değil, koyuydu, tuzlu su değil, günahtı, ahtı, yaranın rengiydi, acıydı.

O yanımdayken “bizi bir şiirin içine ittiler” diye düşünürdüm, yaşadığımız şiirden çok kovalamalı polisiye romanlarını aratmazdı, kıskançlık gibi basit ve insanî şeylerin yüzünden günlerce küs kalırdık, birbirimize yaparken her şeyi yine de onun üzerinde arayamazdım bunun sorumlusunu, bulamayacağımı bilirdim, yüzü sorunsuzdu, onun dışında herkes sorunluydu, ben bile, suçu ya kendi üzerime ya da başkalarının üzerine yüklerdim, ona konduramazdım. Sonra o yanımdan gidince de “bizi başka hikâyelerin içine attılar” demeye başladım. Hiç onda aramıyordum iyiliği ya da kötülüğü, hep başkaları suçlu, iyi ya da kötü oluyordu gözümde, o çünkü bunların hepsinin üstünde ayrı bir yerdeydi. Ona bu tür sıfatları yükleyip anlamlandırmak, çok anlamsız olacaktı, ona hiçbir anlam yükleyemedim, böylece tüm anlamlarını kapsayan kocaman bir şey oldu içimde.

**
Sen olmadığın zamanlarda, kaç kere üşüdüm hatırlamıyorum, kaç kere soğuk aldım, kaç gece uyumadan sabahladım, ilaç kutularım birbirine karışıp, çoğaldı, yeni şeyler de eklendi hayatıma, daha umursamaz olmayı öğretecek türden şeyler… Çok hastalandım, çok ağladım, ama beklemedim, tüm bunların nedeni gelmeyeceğini bildiğim içindi, geleceğine ait en ufak bir umut kırıntısı besleseydim, o büyürdü, onu kendi ellerimle öldürdüm. Sen benim hormonlarımın en tehlikelisine denk gelmiştin, aşk hormonuna, hastaydım, aşka âşıktım. Kendim için değil ama başkaları için tehlike arz ediyordum, farkında değildim gözlerimin bu kadar ışıldadığının…

Yüreğimin buruşturduğu tek ortalı ilkokul defterimi dirseklerimin düzeltmeye çalışması daha çok yıprattı defterimi, dizlerim acıdı, dirseklerim acıdı, herhangi bir şeyi eklemenin, ataçlamanın da faydası olmadı hiç, daha fazla ağırlık yaptı üzerimde, eksilen bir boşluğu başka şeylerin doldurmaya çalışması ancak yıpratır…

Ama bazen yıpranmak iyi de gelebilir, o anlık sadece, diğer sızıyı hafifletmenin belki de tek yolu budur.

Tüm yaşamın boyunca belki yüzlerce insanla tanışabilirsin ama yalnız birisini sevgili gibi görebilirsin, herkesle evcilik oynasan da yalnız birisinin evine yuva yapabilirsin ya da gönlüne yalnızca bir kişi sığabilir. Sevgili olsan bile bazen sevgilin gibi hissedemezsin, çünkü o his yerleşememiştir içine, yalnızca takma adı “sevgili” diye geçer, ne yapsan hata gibi gelir, kaçmak kaçınılmazdır.

Sadece bir kere sevgili gibi hissettim, deli gibi bir şey oldum, her şeyimi onunla paylaşacak kadar yakın hissettim, o yakınken her şey çok uzak geliyordu, o uzaklaştığında ben de kendimden uzaklaştım ve bir daha kimseyi o konuma oturtmak istemedim, orası tek kullanımlıktı, tek oturumdu, bir daha başka bir oturum açılamayacaktı gönlüme, pencereleri sonuna kadar açık olsa da bir daha kuş uçmayacaktı, içeride kalanlar da ölü bulundu, ben şimdi yüreğimi sığdıramıyorum, sığdırmak için bedenime sıkıştırmam gerekiyor ve bunun için yeni boşluklar, yeraltında yeni çukurlar kazmalıyım, daha derine gitmeliyim, yüzümdekileri unutabilmek için, gömülmeliyim.

Duygusal çöküntülerimin nedeni; kalbimde oluşan o amansız delik, delilik yaratıyor içimde, ruhumda devam eden çatlaklarım, beni hayata karşı biraz daha kırıyor, her şeyin bir nedeni olsa da nedensiz yere savruluyorum zaman içinde, içimin içime sığmadığı zamanlarda içimin kıvılcımları yakıp geçiriyor bulunduğum her ortamı, ortalamalarım sıfıra eş değer, diğer yarım kayıplarda. Ruhumdan başlayan, içten içe büyüyen kronik rahatsızlıklarım var benim, biraz da bulaşıcı, bulaşacağı tek yer gövdem, kemiklerime kadar sirayet eden, ağaçta sallanmak gibi, salıncaksız.

Ama siz niye rahatsınız bu kadar anlamıyorum!

Benden uzaklaşmadan önce nezaketten uzaklaşmış, gittikçe bunu daha da iyi anladım. O gittikçe hırpalandım. Nezaketsizlik acı verici. En azından giderken yüreğime verdiği rahatsızlıktan dolayı özür dilemesini isterdim, daha birçok şey beklerdim ondan, iyilikle beklerdim, onun yapabileceği ama yapmayacağı… Sadece beklerdim.

Şöyle uzun uzadıya bir sessizlik olsa keşke, her şey sussa, böcekler bile sussa, o zaman belki kalbimizin sesini duyabiliriz, herkes bu kadar lüzumsuz konuşmasa belki o zaman gerekli şeyleri duyabilir kulaklarımız. Keşke hayat gürültüden ibaret değil de, sevdiğimiz şarkının sözlerinden ibaret olsa…

En çok o iki parmağımın hâli kalmadı, en çok onlar yoruldu, onlar üzüldü. Diğer parmaklar üzerindeki tüm yükü o iki parmağıma yükledi, bazı insanlar gibi. En çok o iki parmağım gitmek istedi her şeyi bırakıp, gözlerim gibi. En çok o iki parmağım dinledi içimi, yazmak için kaleme tutunurken, en çok onlar ağladı, kâğıdın üzerine sinen içimden yeryüzüne inen ince bir ağıttan başka bir şey değildi, vücudumda bir şeyler bölündü, içimde bir şeyler öldü, ama bazı şeyler hâlâ büyük hayretlerim arasında yaşamaya devam ediyor…

Ama parmaklarım, öyle uyuşuk ki, ölmeden önce de böyle mi oluyordu? Böyle mi kalınıyordu hareketsiz?

Yanımdaki kalabalığa aldandığım anda anladım yalnızlığımı, ben hep böyleydim, bir şeylere inanır, aldanırdım, yalnız kalırdım…

Gidişine çok şey borçluyum, inan bana öyle…

Sen gitmeseydin bu kadar şey hissedemezdim, bunca sağlam hikâye sığamazdı hiçbir yere, tüm hislerim sağırmış meğer gidişinle canlanmış, gidişine çok şey borçluyum, ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyorum, sen gitmeseydin sonra bu kadar anlamlı olmazdı her şey, özgürlüğümü bilemeyecektim, daha doğrusu beni o kapattığın güzel kutunun içinden hiçbir şey hissedemeyecek ve göremeyecektim, ama sen bana bir şey borçlu değilsin ve hiçbir zaman benim hissettiklerimi hissedemeyeceksin…

Çünkü ben hiç gitmedim!

Unuttum seni, öyle böyle değil hem de, içimde sana dair bir parça arıyorum şimdi, bulamadığım her yerde, sızlanıyorum. O kadar uğraşmıştım, o kadar yorulmuştum ki seni unutmak için, sensiz bir ben hayal etmek için, sensiz bir şeyler var etmek için, yokluğunun olduğu her yerde, sanki çiçekler susuzdu, hayallerim kâbusa dönerdi, sonrasında, sessizlik, alışıyor insan olmadığın şeylere ve onlarla yaşamak artık o kadar da zor değil. Birden oldu, bir anda unuttum seni, ummadığım anda, biliyorum tahmin etmiyorum şuan ama o tahmin edemediğim anların birinde yine gelip bozacaksın seni unutmaya çalıştığım her yeri, yine yıkılacak kumdan kalelerim, bir kum saatine bağlı her şey, sonra yine dağılacağım, yine toplayamayacağım kendimi…

Az biraz topuklu giyiyorum, sonra boyum uzuyor, birazcık, başım yerde, topuklu giyince yukarılara bakamam çünkü utanmam gerekiyormuş gibi gelir, sonra kısa etek giyerim, uzun uzun yürürüm, yağmurda şapka takmam, şemsiyeden de hoşlanmam, ama upuzun seyrederim yağmuru, güneşin batışını, sokakları, insanların yüzüne bakamam, hepsinin hikâyesinde acıklı bir şey var, insanların yüzleri bana hiç güven vermez, hiç doğru söylemez gözleri, cansız şeylere bakmayı severim, mesela oyuncakları, ölü taşları ya da, üzerinde yaşanmışlıklar ararım…

Öyle sert ki taşlar, yaşanmışlıkları üzerine kazıyamadık belki de çok az yaşadık bir hikâye olamadık, sert dalgalara yenildik ya da bir fırtınaya… Sonra öyle kocaman saatler geçer ki aramızdan, seni unuttuğumu bile anlatamam ben, önemsiz şeylere sararım, hayatın gerçekleri, benim yalanlarımla yer değiştirir, göz ardı ederim unutmak istediklerimi. Yoksul bir hüzün çöreklenir akşamüzerleri, ikindi deyince sapsarı güneşi beklerim, ikindi bir tek baharda olurmuş gibi gelir, beraberinde yeşillik gelir, masaya sipariş vermişim gibi olur, ama hiç biri gerçekten gelmez.

On Üç Mart İki Bin On Beş 17 40
Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut psikoloji Uncategorized yeni yazı

Bir Şeylerin Pek Gereksiz Taslağı

Sanata dönüştürebileceğim bir sürü yara izim vardı, eğer ölmeseydim. Zaman iki olay arasındaki zırva, ölümle yaşam arası, iki maaş arası gibi, aradaki birçok şey anlamsız, tenimdeki iyot kokusu belki de senden hatıraydı ya da yokluğuna dayanmak için bunu kalbim uydurmuştu, bunun varlığınla bir münasebeti olduğu kesindi. Yıllar önce bir şeye birden fazla anlam yüklüyordum, şimdi birçok şeyin bir tane bile anlamı yok. Bilmenin verdiği cehalet gibi…

Herkes bir şeyleri anlamadığı hâlde, yalnızca kendi çıkarına göre dinleyip, şekillendirirken, birçok şeyin acemisi olduğumuz hâlde ustasıymış gibi bir görüntü, tüm gerçekliğin sihrini bozuyor.

Kendimle tutuştuğum iddiaları sürekli kaybediyorum, gecenin yarısında gözlerimin artık batıştığı yerde, bulanıklaşıp, göremediğim zaman bile capcanlı görülebilen şeyler var, deli olmanın yenilmişlikten geçtiğini tam da bu zamanlarda öğreniyorum, tıpkı kaybedecek bir şeyi olmayanların kendine has cesareti, inatçılığı ve umursamazlığı gibi.

Bu sefer ciddi bir şekilde deliriyorum, sanrılara, yanılgılara ve yanılsamalara yer yok, düpedüz deliriyorum. Her korkunç günü atlatırken geçmeyen bir şey kaldı mı diye umut bulurdum kendimde, bu sefer bulamıyorum. Çıldırmamanın kendime çok büyük sahtekârlık olduğunu ve haksızlık olacağını artık biliyorum. Şimdi bu benim yaptığım intihar eden birine, veda mektubunun ardından cevap yazmak gibi bir şey, karşılıksız, bedelsiz, sahipsiz havaya uçan satırlar. Boşluğa seninle birlikte gömülen hayaller, ancak yokluğu derinlemesine anlamlandıran mevzular, yazarak, anlatmaya çalışarak durumu sindirmeye, belki de basite indirgemeye çalışıyorum. Şu çıldırdığım anları eğer atlatabilseydim, zamanı da belki ileri sarabilirdim, o zaman her şeyi atlatmış olurdum, bununla yaşamayı içime sindirebilirdim belki, hayatın yüzsüzlüğüyle birlikte.

İlerleyen, geçip giden zamanın peşinden koşmayacağım çünkü değişen hiçbir şey olmuyor, zaman geçse de yaşanılanlar, yaşanılacaklar hep aynı yerde kalıyor. Birisi bacağını kırdı diye, kalbin kırılıyor, biri öldü diye sen buralarda kalamıyorsun, birileri büyük kötülükler yaparken senin için rahat değil artık. Dünyanın kirini tanıdığından beri kendini temiz hissedemiyorsun, yaşamak için, yaşayabilmek için belki de en çok bu gerekliydi. İçimden gelen bu cinneti daha fazla bastırmayacağım ve teklifini geri çevirmeyeceğim. Geceleyin duyduğum hayaletin sesleri yüzünden kalbimin nidalarını duyamıyorum, bunca mutsuzluğu gören birisi için artık bir ümit olduğunu zannetmiyorum, hayatta en çok istediğim şey bile olsa artık mutlu olamam. Savaşmaktan vazgeçmek yenilmek anlamına gelir birçokları için, benimki sonu kabullenmek, mutlu ya da mutsuz. Yaşadığı şoktan aklımı kurtarmaya çalışırken, aslında hiçbir şeyin ancak bu kadar öyle olmayacağını anlıyordum, sırf bunun için bile bir geri dönüş olamazdı.

Kendimi yıkık, aşırı yorgun hissettiğim günlerin birinde zihnimin nasıl da bu kadar berrak ve dinlenmiş olduğuna anlam veremesem de bir şeylerin artık en azından içimden netleştiği için seviniyorum. Hiçbir insanla mutlu olunamayacağı gibi, hiçbir şeyle de mutlu olunamıyor, olunsa zaten bu diğerlerine haksızlık olurdu. Herkesle eşit şekilde mutsuzum. Kendime yenilmesem belki birilerinin hayatı için vazgeçilmez olacağım ya da mahvedeceğim onların hayatını. Bu iki seçenek ne kadar birbirine uzak olursa olsun bu iki ihtimal yüzünden hep bir diğerinden korktuğumdan, olasılıkları otomatik olarak sürekli kalbimden hesapladığımdan ama kendime veremediğim hesaplar yüzünden vazgeçiyorum. Bir şeyleri mahvetmek değil, mahvetmeden bitirmek niyetim. Benimle mutsuz olunacağına, bensiz mutlu olunsun istiyorum.

Geri dönebilme ihtimalini yok edene kadar uğraşıp, başkası kadar uzağa bırakıyorum kendimi, ihtimaller umurumda değil de kendime bunca yakın olup, bu kadar uzaktan bakmak, kendini artık başkası gibi kabullenmek, herhangi bir organı ya da içinde seni yiyip, bitiren bir hastalığı kabullenmemeye de benzemiyor bu, doğrudan yabancılaşmak. Güzel şeyleri kolay yok edemediğimizden, kendimizi planlı bir oyunun içinde mahvetmeye çalışıyoruz, karşılıklı anlaşma bir nevi, yazısız, imzasız. Bu ıssızlığa hiç olmadığım kadar ihtiyacım var. İçimden kopan, aşınan şeylerin yerini artık başka parçalarla tamamlayıp, yama yapmamak için, sonsuza kadar yarım kalan şeyler için bu defa yarımlığı sonlandırıyorum.

Şimdi bu satırları yazarken belli bir zaman geçtikten sonra, benim için o kadar önemli olsa da neyi ne için yazdığımı unutmakla birlikte ömrümün belki de en budala zamanlarını yaşıyorum. Mutluluk yaşadıklarını unutmakla başlıyormuş, ben onları koyacak yer bile bulamadım ki unutayım… Yine de dillenmeyen ama hissedilen şeyler var anlamakta ve anlatmakta güçlük çektiğim; boğazıma dokunan bıçak darbeleri, organlarımı delip geçen zehirler, içime dokunan teşhisler, ciğerime dokunan şiirler, masalıma dokunan gerçekler vardı, gerekçesiz olduğu için sadece öyle ama tüm bunlardan ders almışa benzemiyorum, ruhum hâlâ yaramaz bir çocuğu andırıyor. Ömrüme sığdıramadığım ve sığdıramayacağım kelimelere veda borcum vardı, sığdıramadıklarımın affına sığınarak.

Yorgunluğumuza çokça anlam yüklediğimiz şu zamanlarda, durmadan ağladığımda, yanağından süzülerek, apansız dudaklarından içeri süzülen o tuzlu yaşın tadının yarı yarıya soğumuş etkisinin içe verdiği garip huzur.

Dünyayla aramda asla uyuşmayacak şeyler var, kendimin kendime yetmesi gerekirken, fazla geliyorum. Kendi sesime yabancılaşırken, diğer ölümlülerin anlattığı hikâyelere gülerken huzuru bulduğumu sanıyorum. Yeryüzünde bunca kötü şey olduğunu bildikten sonra iyi şeylere sevinmek aptalca bir iyimserlik gibi geliyor artık bana, neşelenmek ve umut da öyle. Bilincin zihnime veren o incecik ama büyük sancısını çekiyorum. Şimdi sanki tüm kötülükler bitti, tüm sorunlar, tüm haksızlıklar çözüldü de mi sevineyim? Niye sevineyim, neden neşeleneyim?

Kendi sesimin yalancısıyım, sesim yabancılıktan yalancılığa terfi etti. İçimdeki hayallere bahane uydurmaya başladığımdan beri gerçeğe de yalan gözüyle bakıyorum. Yazıp, sakladığım, kıyamadığım her şeyi harcamaya karar verdim. Değmeyeceğini anladım, kıymetin yalnız içimde olduğunu onun da hapisten farksız olduğunu öğrendim. Dışarıda aramın iyi olduğunu zannettiğim her şey zamanla kötü olmaya başladı, içimde de durum aynı. Israrın anlamı yoktu ve tüm yenilmişler gibi sızlanmak istemiyordum. Sızlanırsam daha çok sevecektim bu durumu, sevdikçe daha çok kabullenecek daha fazla sızlanmaya devam edecektim, anlamsız ve yersiz bir kısırdöngüden başka bir şeye yaramayacaktı bu. Daha fazla devam ederse bu gelecek bir küfürden farksız olacakmış gibi geliyor, şimdi belki bu çılgınlığa bir kılıf uydurabilirim belki şuan buna yeteneğim var ama aklımın o kadar çalışmayacağı zamanlarda ne yapacağımı bilmiyorum. Hatırlamamakla unutmak arasındaki büyük oyuktan nefes almaya çalışıyorum. Başkaları buna direnmek diyebilir belki de hiçbir şey yapmamaktır. Ucunun nereye gittiği, havanın nereden geldiği önemli değil artık. Aklımın kabullendiği şeyleri kalbime de kabul ettirmek için bu boşluğa ihtiyacım var.

Yirmi Sekiz Haziran İki Bin On Dokuz 11:00
Nevin Akbulut