Browsing Tag

uyku

blog dergi edebiyat Genel kâbus nevin akbulut psikoloji yeni yazı

Kalbimdeki Mor Kahır

Eridik de ne oldu, başka bahçelere döküldükten sonra?
Çölü göl mü sayıyorduk?
Yoksa Denizaşırı memleketlerde, dudaklarımızda sadece kendimizin okuyabildiği mesajları mı taşıyacaktık, birbirimize iletemeden üstelik?

Deli gibi sensizliğimi koyacak yer bulamıyorum. Diyecek sözler de yetmiyor ne zamandır ya da artık benim ruhum bu edebiyatı yemiyor. Gözlerimi yumduğumda beynimde patlayan şeylerin gürültüsü kulaklarımı sızlatıyor. Her şeyi eleyip o anki hâlimden, bir uyusam diyorum, bu sefer de kalbim susmuyor. Geceye dizilen her özlem, her kırıklık hortlaklar gibi giriyor rüya gördüğümü zannettiğim zamanların içine. Dünyaya bağlanamadığımı biliyorum da, aklıma seni düşürdüğüm zamanlarda, dünyasız kalamadığımı açıklayamıyorum. Başka yollar, yıllar ve denizler de denedim, üstelik hep yalansız, olmayınca olmuyordu, yine olmadı. Karnıma giren sızıların kelimeleri yok, kocaman kelimelere de yüreğim yetmiyor, yüreksizim, çoğunu sana vermiştim. Kalanın artıklarıyla düşündüklerim içimde harp hâlinde, uzun uzadıya yollara düşüşüm, şimdi oturduğum yerden kırılıyor düşüncelerim. Kalbimden pıhtılaşamamış kan, acı, incecik damarlar ve yanmış küllerinle fırlasan şimdi nereye gidersin bilmiyorum. Soğukluğu ve sükûneti bulacağına eminim. Ölümün elinden ne seni ne de kendimi kurtaramam, bunu da istemem. Herkes ancak böyle eşitleniyor hâlâ. Bu da ölümlülerin tesellisi… Teraziyi bozacak hâlimiz yok ya. Ama senin elinden yine bir şeyler geleceğine dair sonsuz şüphelerim mevcut, en azından benim için iyi olanı içinden bildiğini biliyorum. Eski bir yanılgıyı, yeni bir kesinlik, gerçeklik ve bitişle değiştirebilirsin. Böylece herkes sağ ve salim olmasa da kendi kalbine gidebilir.

Kalbimdeki mor kahır, susamışlığı ve susmayı karıştıran aklım, bu hikâye ıslak ve soğuk bir zamana eviriliyor artık. Yorgun, eski ve buz gibi bir morgun soğukluğunda çatladığından emin olana kadar kalacak olan her bir şeyimizle birlikte. Susmanın anlamına varacağız, geç de olsa. Buradan sonra artık bir hikâye çıkmaz, boşuna yazma ve düşünme. Kıyametim böyle kopacak belki de, beynime inen o balyoz gibi düşüncelerle. Tül, rüzgâr arası güneşle, savrulurken güzelliği, bir tül gibi salınamadığıma, savrulamadığıma, hep geri çekilmelerimi sahiplik zannetmeme, yıkılsam bile dimdik durmalarıma, başka şehirlerdeki, başka pencerelere çıkamamalarıma üzüleceğim. Sonsuz buharın tuttuğu ellerim, susmanın resmini zerk edecek etrafına, kendi boğulduğum kuyumu doldururken, yaramadığım tüm o suları, boşa solan çiçekliğimi, kıyımımı, nişanımı ve şah damarımın yanlış yerimde atmasını izleyeceğim. Şuram bile diyemeyeceğim kadar yakınımdayken sen, işkence ile söküp alabildiklerini zannederlerken içimdekini, içimden gülmelerim geliyor aklıma da, her şeyin bir ölçeri varken, bu boşuna sızılarımı ölçecek zaman ve alet bulamıyorum. Dilime dökülen kelimelerin donup kalması, şapla karılmış gibi ağzımın içinde gevelediklerimi diyemiyorum. Beceriksizliğim keşke bununla sınırlı olsaydı. Dokunamam, yapamam, öpemem, gidemem derken içimdeki o mührün açarı bir yerlerde yandı, yok oldu.

Elimden gelmeyenler nedeniyle yasal tedbir koyuyorlar kelimelerime, susma mecburiyetim için özür dilerken, gözyaşlarımı suçlu gibi bol keseden atmak istemiyorum. İçimden bir sürü şeyi öldürüyorum, bazılarının yaşamasına yardım ediyorum, hak ettiklerini düşünüyorum çünkü hâlâ bazılarının. Yine de azalmıyor içimde bir yere koyamadıklarım, çöp yığını gibi hissediyorum bazen kalbimi, bu kadar acı, ıstırap, korku, anlamsız neşe, değersiz bilgi ne gereği vardı bu kadar doldurmanın? Acınılası şeyler birikiyor içimde, gülünç bulduğum ağrılar, sonsuz bulduğum yollar, gitsem şimdi birkaç vakte kadar, kendimi arayacak birini bulabilir miyim bilmiyorum. Tek valizle çıkıp, kendimi bulamamak gibi hayallerime mum diktim, her dinde ettiğim dualar da yerini bulmadı. Kendimi aramak değil de, kendime seni ararken boğulduğum suların haritasını bile sakladım bir yerlere, yeniden aynı şeyler olmasın diye, eski her şeyi biraz daha eskittim ve eksilttim. Sağanaklara denk geldim denizin ortasında, çıksam ıslak, girsem içime kadar ıpıslak, ıpıssız. Sen yağıp durdun hâlimi bilmeden, doldun, taştın, örselendin, seni saklayacak yer bulamadım, içimde aklayacak zaman da bulamadım. Artık yeni anıları olmayacak beynimin o bölgesinde felçli gibi kaldı o duygularım, devrilen her şeyin içinden sen çıkarsın diye bekliyordum, beynimde donduğunu unutmuşum. Diyorum ya o kısım tamamen çevrimdışı. Açıp, gösterebilsem, uyuştuğu için muhtemelen yerini de bulamam. Aramalarım da kurtarmalarım da bir yanıt vermiyor kendime, iflah olmaz, ne olur, ne onmaz yaralarla son sürat nereye kaçıp, gizlenebilirim? O taşı ben atmadım, bu suyu ben bulandırmadım, bu yoklukta en çok ben hırpalandım, bu gidişte en çok ben kayboldum. Çok güzel yitirildim.

Hangi uykuya uzansam, sonu ölümün kapısına açılıyor. Mengene ile sıkıştırılan alnım, kader yazımı silemiyor, düzeltemiyor da… Kendimi suçsuz yere suçlu hissettiğim zamanların gardiyanlarını ödünç yolladım çığlıklarımı yakalamaya. Yatağımda daralmışım, darılmışım, sığamıyorum zannetmişim, zannetmeler yüzünden bölünen uykularımın devamını talep ettim yeniden Yüce Makamdan. Tamiratı yok denildi, tıpkı telafisi olmayan aldanışlarım gibi, çakıldığım boşluklar gibi. İpini koparan her şey ağrı yapıyor şakaklarıma, başıma kaldı tüm habis duygular. Avcı vurduğu kuşun kalbini kaldırıp, çöpe atıyordu, bahane aradığım her yanılgım yeni bir zincir vuruyordu beynime. Uzaklardaki o şarkının bıraktığı yanılgımsın artık sen benim, yılgınlığımla dönerken eve. Bakışlarımı sana bahşettiğimden beri, akşamları tanker ağırlığıyla gözlerim, bu ağırlığı tek başıma taşıyamıyorum, uyku gönderiyor Yaradan, biliyorum ama o da bölük pörçük, gece yarısı, bir elektrik kesilmesine bakıyor fal taşı kesilmeme. Bir şeye birlikte bakabilmenin hafifliğini özledim, birbirimizi görmesek de olur. O son ağlayışında konduramadığım bir şeyler var, anlamak istemediğim. Elimden bir şey gelse, elimi tut isterdim. Boynumun en hassas yerinden hayata bağlanışım, ipotek edilen duygularım tarafından istimlak edilen tüm huylarımla birlikte, işin aslı, asır geçse anlaşamayacağımız yerden, devriliyorum ben, kökü olmayan, asırlık, kuru ağaçlar gibi. Gittiğinden beri, her şey dişleri kanlı bir canavar gibi görünüyor gözüme. Yalnızlığım kat atarak çoğalıyor, sıyrılsam yalnızlığımdan, kaç kat daha içe dönerim bilmiyorum, kafayı sıyırırım herhalde.

Anlayamadığı şeye yakınlık duyarmış insan, belki de çözemediğimden, uğraşımdaki o cesaretimden yakınlaşmıştım bir miktar, dokunduramıyoruz bazen olacak, bitecek şeyleri. Belki bakıyoruz ama göremediğimizden. Misal; bu yazıya başladığımda kardeşim dediğim, bana kimse onun gibi kardeşim diyemeyecek birisi vardı bu hayat denilen yerde, şimdi yazı bitiyor ve o artık yok. Anıları kaldı, bir miktar hediyeleri, eşyaları ama tüm eşsizliğiyle birlikte gitti. Tanker ağırlığı diye tabir ettiğim üst paragraftaki o cümle, gerçekti. Deli gibi ağlasam, hırpalasam bile geçmeyecek, gelmeyecek şeyler var hayatta. Bu yazı böyle bitmemeliydi belki. Bilmiyorum. Cesaretimin içindeki o bir miktar cehaletime verin.

Sabaha karşıların yorduğu o bedenim, süzülsün diye bir yerlerde, yıllarca beklerken, evren yanlış anlamış, sürünsün gibi duyulmuş. İpliklerim çözüldü çoktan, bazı dertlerimin dermanı da oldu, bazı yeni ağırlıklar yüklendi, yine de çözülemeyecek şeyler kaldı, kalıyor. İçimden yaptığım gizli anlaşmaları ilk kim bozdu bilmiyorum, içimde bir yerler kapandı, bazı yerleri dinlendirmeye bıraktım, dillendirmeden. Dünyanın aynaları bozuldu, ölçüsü yitirildi birçok şeyin. Olmayacak şeylere gülüyor, hiçbir şeye şaşırmıyoruz artık, ağlamalar da zaten çok yersiz ne zamandır. Soluğum bozuldu, elimdeki aynayla aram, mesafesi arttı içimdeki minnetlerin. Hiçbir şeyin boşa olmadığını, olamayacağını kabullendim nicedir. Kaç pencere açsak yetmiyor dünyayı görmeye, her pencereden başka bir ah, başka bir azot, başka bir kimya. Arama çubuğuna yeni pencere ekleyebilir gibi eklemek istiyorum pencereleri birbiri ardına, böyle bir yapı yok, yüklenici yok, akıl da yok. Sustuklarımı bildiğim kadar, kustuklarımı da biliyorum. Tek istediğim biraz cereyandı, her şeyin biraz kendine gelmesi için. Ama beni karşılamıyor ne zamandır kapılar, çaldığım kapıların da açılır yanı yok. Birinin uykusunun derinliğindeki, uyanırken unutulmuş rüya gibi dolaşıyorum şimdilik etrafta. Sürelerim sarkıyor, zamanım bozuluyor. Buradan da birkaç ah çıkar. Sevilecek şeylerin ya gömüldüğü ya da yandığı zamanların arasından geçiyorum, hâlâ. Ormanlar yanıyor, kitaplar yanıyor, bazı notlar yandıktan sonra soğuk suda lavaboya gönderiliyor. Sevilecek şeyleri sevmek niye bu kadar zor? Yananlar gittiyse, bittiyse, kalanlarla devam mı diyeceğiz? Yoksa şimdi biraz da sıra bize geldi diye biz mi yanacağız? Bu küllerin imtihanına inanmıyorum, zorbalık başka yerlerde, kötülük bizim içimizden uzak diye avunmuyorum, beni avutabilmeniz için, içimi sonsuza dek kapatabilmeniz gerekiyor, ama her yerimden, kalbimdeki kahırdan, yüzümdeki yarım gülümsemeden, soluğumun yarımlığından ve aldanışlarımdan.

21.06.2024 14:00
Nevin Akbulut

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut psikoloji Uncategorized yeni yazı

Dalgı

Gökyüzü kusuyor artık, hava bitap düştü. Nefessiz kaldık. Yazmayı düşündüğümüz hiçbir şeyi tamamlayamadık, hikâyenin yarım bıraktığı şiirler de kusurlu sayıldı. Veda sözleriyle biten şarkılara içimizden eşlik ettik, sevmeyi yanlış anladık. Yanlış hayallerin peşinden giderken inancımızı yitirdik, gecelerce sabahlamayı en kutsal inanç sayıyordum, şimdi uykudan gözümü açamıyorum. Savunduğum şeylere yaslanmayı unuttum, koruyamadım zihnimi. Eskiden bir yere takılıp düşmekten son anda kurtarırdım paçayı, şimdilerde takılmadan direkt düşüyorum. Gittiğim yolların izleri silinmiş, basmamaya çalıştığım çizgiler de bir şey anlatmıyor artık bana. İzsiz olmak hiç yaşanmamış gibi olmayı gerektiriyor, biliyorum ama söyleyemiyorum, söylüyorum ama duyuramıyorum. Nefes nefese kaldığım göğsümün çukurunda sakladığım, güneş görmemiş hayallerin kelimesi her geçen gün azalıyor, yakında hiçbir şey söylememiş, hiç hayal kurmamış olacağım. Tatiller bile tatil gibi değil artık, dinlenme ya da hayata kaldığın yerden koşturmaya devam etmek için bir mola.

Kış geliyor, kardan adam gelmiyor, ördüğüm el örmesi atkılar da yok artık. Kimse öyle şeyler taşımıyor. Bulunduğum şehri toparlayıp, kilim gibi altımdan çektiler, ben başka bir yere yuvarlandım. Şiir gibi olması gerekiyordu bu gidişlerin, ünlemi bile eksik vedaların, üç nokta sadece, ona da üşenir olduk ya son zamanlarda. Anlatmak içimi kesiyor, bir lodos esintisi hep başımda, deniz kenarında yaşadığımdan değil. Eskiden böyle değildi. Anlattıkça ağrılarım azalırdı, şimdi anlatmak yeni ağrılar açıyor başıma. Ederinden azına harcadım kalbimi. Yalanlar yordu kulaklarımı, çıkıp, yalanlara saldırmayı bekleyen kelimelerin zifti aktı içime, hayat nerede başlardı, huzur nerede biterdi, içerisi neresi, aile kimlerdi, ev neredeydi… Bedenim benim eski yaram.

Yaşamadığın öykünün mazisi kehanetten ileri gidebilir mi? Yıldızları çoğalan gökyüzü hayal ettin de her yıldız için yaktığın mumların vadesi dolmadı mı? Bir sen mi aydınlatacaktın koca dünyayı? Şimdi durmadan uyuyorsun, bırak ışığı, aydınlığı, mumu. Böyle giderse yanacak tüm buralar. Önce sana kızdım sonra buralara, sana kızmasam buralara kızmak aklıma gelmezdi. Bir şeyi beklemeyince günlerin hepsi aynı, birini sevmeyince tüm günler ardı ardına çöpe gidiyor. Bir şey anlatmayınca ömründen kalan eksiliyor. Sana vakit kalmıyor, bana mevsim kalmıyor. Kışsızlık ürpertiyor içimi. Bulutlar kaplasın buraları isterdim, gök yere insin, zamanın yönü değişsin ama sis kaplıyor sokakları. Dünyanın başına yıkılması için illa bir deprem gerekmiyor. Çatılar devrilir bazen, üzerine gelir duvarlar, evini bilemezsin, bilsen tanıyamazsın. Yerini bilmez, unutursun, adını bilmez, delirirsin. Evlerin huzuru eksik, pencerelerin şifası, yolların dermanı, dermansızlığım kaldı tırnaklarımın arasında, ne tırnak kaldı geride ne tutulan eller. Dil tutulmuşluğu aldı yerini, kimse kimseye bir şey söyleyemez oldu, söyleyebilse bile yanlış anlaşıldı. Geçmişle geleceğin arasındaki yolda iki ileri bir geri yapıyorum. Takıldım, yoruldum, taktım. Yorgunluğuma inandım, suskunluğuma konuştum, anlattığım masalların ilk ve son dinleyicisi oldum. Saksıda unutulan çiçeklerin yerine soldum. Sanki son kez gümbürdüyormuş gibi camlar, gök gürültüsüne tutuldum. Dünyanın ortasındaydım, dünyanın ortasını söktüler, sessizliğim kaldı. Tüm kitaplar okunmuş, tüm kitaplar yazılmış, tüm şiirler unutulmuş gibi, kâinat suskunlaştı. Kendi hayatıma misafir gibi gelip, gidiyorum, olsun önemli yok sayılmamaktı. Kirden, yalandan, rutubet kokusundan, kinden, nefretten, inançtan, kaostan büyüdükçe büyüyor dünya.

Her şeye bunca şükrederken yine de iyi hissedemiyorum, his diye bir şey olmasaydı dokunmaların bunca anlamı olur muydu? Belki o zaman daha az kötü hissederdim. Bir parçan varmış gibi bende, kalmış gibi, unutmuşsun gibi, unutulunca anlamı değişmiş benim bir parçam olmuş gibi, ne kadar az görsem o kadar iyi gibi ama yine de iyi olunmuyor. Şiddetli öfke bile zaman geçince kendini salıyor, zavallı bir şey oluyor. O öfke yazmaya yarıyor, daha iyi yazmaya. Neye neden kızgın olduğunu hatırlarsan öfkelenecek yeni şeyler bulabilirsin kendine, onlara benzeri ya da benzemeyeni. Sevdiğimiz şeylerin herkesle aynı olmaması belki de bölüyor bizi, camın diğer tarafında kalmış gibi, görünüyor ama hissedilmiyor, soğuktan başka bir şey yok. Akşamları gölgeme kızıp, onu çiğneyip, ezmek için hızlı yürüyorum. Sonra bu arada yazdıklarımı unutuyorum, huysuzluk belki de tam da böyle bir şey. Bana hiç söyleyemeyeceğin şeyler değiyor kalbime yalan yanlış. Ürperiyorum, o ürpermeyi hiç terk etmedim. Sözcüklerle sallanıp, durdum, bir kelime sarsın ve sarssın istedim, derinden, sahici bir sarsıntı olsun istedim, benden yine kendime geleyim istedim. Kim bilebilirdi ki, bir gün tüm bu sızıların bir yararının olacağını?

Denizde yüzüyorsun ama balık olduğunu bilmiyorsun, denizi de bilmiyorsun, belki hiç bilmedin orada doğduğun için ya da başka yerden getirildiğinde unutmayı seçtin. Karanlıktasın, aydınlığı bilmediğin için karanlığı da bilmiyorsun. Kanatların kırıldığı hâlde, uçmayı bir türlü aklından çıkaramıyorsun belki kırılan kanatlarını da unuttun, kalbin gibi. Yine de beni bazı şeyleri unutmuş olarak hatırla, unutunca tazelenmiş olarak hatırlayamasan da unutmuş olarak hatırlaman yetecektir bana, unutmuş, yaşamış, dersinden çok derdini almış ve akıllanmış. Sistem böyleydi belki de ya unutup kendince feraha erecektin ya da unutmayıp, delirecektin. Birlikte sırt sırta verip, kitap okuyacağımız hayali, akşamın bir körü, omzuna o karışık kafamı yaslayıp, okuyacağım kitapların isimlerini de unuttum mesela. Yarım kalmış hikâyelerimin neresinden tutup da tamamlayacağımı, nerede bitireceğimi unuttum ve şuan tamamen rastgele yazıyorum tıpkı yaşadığım gibi. Tedirginliklerimizden yarattığımız kaos bizi ömür boyu beslerdi, gidip de dönemeyeceğimiz bir yer rüyasıydı imkansızlığımız, meğer varmış öyle bir yer. Gidip gelmeyi düşledik biz ama ben içten içe dönmemeyi düşlemiştim, sana söylemedim. Meğer gidip de dönmemek mümkünmüş, yıllar sonra şimdi buldum bunu. Her şeyi bırakabildiğimden anladım, kendini bile bırakabiliyorsa insan. Kendi hayatımın içinden bir uyurgezer gibi geçiyorum.

Geçen yazı bir romanın içindeki gaflet gibi geçirdim, bundan sonraki yazlar nasıl geçer bilmiyorum. İçimi yemekten büyüdüm, içim dışıma çıktı, eski bir yaz yağmuru gibi döküldüm kendi üzerime, kendimi silkeledim, dut gibi düştüm yine içime, hoş düşecek başka yer de yoktu ya. Biriktirmek istemesem de arttım. Ucuz roman teşbihleriyle yetindim, hikâyesi olmayanın şiiri yazılmazdı, başkasının şiirine yama olamazdım, yara da olacak hâlim yoktu, üstelik acılar bunca faydalı olmuşken. Ucuz romanlarda da gururlu karakterler olurdu muhakkak, onlarla yarışamazdım. Kendi ayağıma kendimi uydurmam gerekecekti. Artık belki de bu uykudan uyanmalıydım ama uyandığımda gündüz olacağını nasıl hesaplayacaktım? Anlayışlıyım, keşke bunca anlamasaydım, bunca sarmaya çalışmasaydım, iyileştirmeyi bilmeseydim yaraları, yeniden kanamaya hazır hâle getirmek için sarmalamasaydım onları, iyileşemeyeceğini bilmese kanamasını da bilemezdi. Toparlayamıyorum bazen zamanı, aklımı, hep üşenmeden neden ve isim bulduğum sızılarımı.

Hepimiz bir süre için vardık, var gibiydik ama geçiciydik, bir şeyin etkisi gibi, uçucu bir şey gibi yok olmaya, gitmeye, unutulmaya mahkûmduk. Bir süreliğine bir yerlere gidiyor, bir zaman bir yerlere yerleşiyorduk, kıpırdamasak bile yerimizden, geçiyorduk bu dünyadan. Bir şey arıyorduk, bazen bulmuş gibi oluyorduk ya da yapıyorduk, tamamlanmış gibi hissediyorduk ama tamamlanmıyorduk, gibi oluyorduk hep. Duracağım ve gideceğim yer arasındaki tereddütten içim ezilmişti, ben kendimi seçmedim mesela.

Otuz Bir Mart İki Bin Yirmi 15:30
Nevin Akbulut