Browsing Tag

mektup

blog dergi edebiyat Genel nevinakbulut yeni yazı

Okuyup, geçebileceğim bir kitap değildin!

Seni tanımayı o kadar çok isterdim ki… Tanıyınca ne olacak sanki hiçbir şey. “Dünya ne kadar küçük” derdim, sonra “aslında dünya ne kadar da büyükmüş” derdim gidince. Acılarımın dibine kadar dokunan, köküne vardıran bir kitap okudum. Saf acımın tefsiri gibiydi bu, açıklamalı, mealli, bir o kadar da anlamlı. Beni artık kitaplar hasta ediyor, insanlar değil. Bağışık sistemi düşüklüğü zırvaları, üşümelerim, üşütmelerim, sıcaklamalarım falan değil. Hep en son dediğim yerde, hayatıma denk gelen orospu çocuğu ruhlarına rastladım orada. Sanki o kitaptan çıkıp, gelmişlerdi hayatıma, beni yaratan benimle dalga geçiyormuş gibiydi okudukça. Beni bu kitap hasta etti. Benim sorunum kendim hariç kimseyi kıramamak, kimseye hak ettiği cezayı verememek. Zararım kendime, kelimeler ziyan. Anlattıklarımda saçmalamaktan öteye gidemiyor, görüyorsun ya. Erkekler gittiklerinde geri dönmezler çünkü onlarda geri dönecek kadar göt yoktur, ama kadınlar öyle mi? Kapının önüne koyarsın, bir yere gitmez, it gibi bekler kapıda. Ben çok bekledim. Sokakta da kaldım bazen. Beklemeyenler de var, o ayrı. Sem kadar cesur olsaydım keşke. İnsan ölmek isteyince en çok kendine değil de bir annesi varsa ona ağlıyor, onun ağladığını düşünüp. Bundan işte, yapılmıyor. On sekiz yaşımda hayatımın en büyük fırsatı çıktı karşıma kanser ve ben onu tam üç senede harcadım, sonrası yine hayal kırıklığı. Ölüme çelme takarken, kendi sonumun acısını çoğalttım yalnızca, gittikçe çoğalan, sürekli başka bir acı doğuran acı. Yendiğimi zannettiğim ölüm değil, hayatımmış. Biraz daha içine etmek için kaldığı yerden devam ediyormuş düzensiz nefeslerim. Hastalık ve kocaman bok çuvalıyız, bir sürü pisliğe batarken, hâlâ temiz bir şeyler kalmış gibi devam ediyoruz utanmadan yaşamaya, onları da kirletmek için. Üstelik bunca kirlenmişken, paslanmaya da devam ediyoruz. Umut denen hastalığı nasıl da bulaştırıyorlar her yanımıza! Mutluluk denen uyuşturucuyla. Boğazımdaki düğümle her gün kavga ediyorum, her gün binlerce kelimeyle içimi dökebilirmişim gibi geliyor, söyleyebildiğim bir şey yok. İçimin hiçbir yere gittiği yok. Gidebilseydi belki Sem gibi kendimi gebertebilme cesaretine varırdım. Yaşadığı yalan hayatın gerçekliğini anladığında bunu yapabilir insan. Yoksa herkes rüyada yaşıyor gibi, öyle olmasa nasıl katlanılır ki bunca saçmalığa, acıya ve zulme?

İçimin boşluğunda durmadan yuvarlanıyorum, kıyamete kadar da böyle olacak. Hani insan kendini ne şekilde öldürürse, kıyamete kadar o işlem devam edermiş ya, bizimkisi de böyle. Durmadan yuvarlanmak, hep daha büyük bir çukura.